
Aşşağı da size bir alıntı sunacağım. Bu alıntı yakın olan 29 Ekim ve 10 Kasım gibi önemli tarihlerde büyük rol oynayan Atamızın değerini biraz daha anlaşılır kılmak için yeterli değerdedir. Atatürk Araştırma Merkezi(ATAM) yayınlarından Abdurrahman Çaycı tarafından hazırlanmış olan 'Atatürk'ün Hayatı' adlı çalışmanın giriş kısmından aynen alıntıdır... Http://WWW.ATAM.GOV.TR/yayin/indir/indir.htm adresinde 'Yayınlar' altbaşlığından 'İndirilebilir yayınlar' bağlantısından çalışmanın tamamı (ücretsiz olarak) edinilebilir...
...
Bir zamanların üç kıt’aya yayılan süper devleti Osmanlı İmapartorluğu çöküntüye girerken Avrupa, daha geniş deyimiyle Batı, gücünün doruğuna ulaşmıştır. Orta çağ boyunca skolastik düşüncenin baskısı altında bunalan Batı nasıl bu konuma gelebilmiştir? Osmanlı’nın çöküşünü daha iyi anlayabilmek, Atatürk İnkılâplarının nedenlerini doğru algılayabilmek için bunları genel çizgiler halinde hatırlamak yararlı olacaktır.
Batı’nın Greko-Romen ve Hristiyan eksenli birliği, 476’da Batı Romanın yıkılmasıyla bozulmuş, Batı çağa egemen olan kilisenin yönlendirdiği skolastik düşüncenin esiri olarak ortaçağın zifiri karanlığına gömülmüştür. Buna karşılık ortaçağda medeniyet meş’alesi İslâm aleminde tutuşmuştur. Müslümanlar bu Greko-Romen kaynaklı medeniyete yeni unsurlar katarak orjinal bir medeniyet yaratmışlardır. Zamanının hakim medeniyeti haline gelen bu değer, Haçlı seferleri dolayısıyla meydana gelen temaslarla, Sicilya İspanya yoluyla Avrupa’yı etkisi altına almıştır. Bu temasların sonucunda Avrupa’da kaynağa yönelme hareketleri başlamıştır. Buna bilindiği gibi, “Rönesans (yeniden doğuş)” adı verilmektedir. Bu yeni akım hümanizm alanında ve güzel sanatların her dalında özgün eserler vermiş, düşünce ve sanat alanında yeni fikirler ve görüşler getirmiştir. Hümanizm ve Rönesans ile fikir ve düşünce özgürlüğü, Reform hareketi ile vicdan özgürlüğü gerçekleşme yoluna girmiştir. Böylece hür düşünce ve bilim zihniyeti, kilisenin hükümlerine dayalı skolastik düşünce zincirini kırmıştır. Oluşan serbest ortamda, sanat ve bilimde büyük aşamalar elde edilmiştir. 1450’lerde kullanılmaya başlanılan matbaa, bilimi varlık sahiplerinin ayrıcalığı olmaktan çıkarmış, bilimi geniş kitlelere ulaştırmış ona geniş alanda yeni yeni katkılar yapılmasını sağlamıştır. Baskılardan kurtulan insan kafası, rasyonel düşünceyi kılavuz edinerek, bilimde gözlem ve deneye dayalı yeni metodlar ortaya koymuştur. Bu metodların uygulanması ve özellikle rasyonel düşüncenin temelini oluşturan “bilimsel düşünce ortamı”, “bilim zihniyeti”, bilimi insanlığın doruğuna yerleştirmiştir. Bilimin verilerinin pratiğe uygulanması teknoloji yaratmıştır. Sonuçta kas ve rüzgâr gücünün yerini makinaların alması, Avrupalıyı tabiata hakim duruma getirdiği gibi, onun ekonomik refahını ve diğer toplumlar üzerindeki ezici üstünlüğünü sağlamıştır. Bunlara ilâve olarak coğrafi keşifler sonucunda Amerika ve Ümit Burnu yolunun bulunması, Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerine öldürücü bir darbe indirmiştir. O zamana kadar iktisadî hayatın can damarı olan karayolları önemlerini kaybetmişler, ticaret karalardan denizlere yönelmiş, Akdeniz limanlarının yerini Atlantik limanları almıştır. Dolayısıyla Batı Avrupa ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri haline gelmiştir. Bu zenginliğe paralel olarak büyüyen ticarî kazanç sonucunda oluşan varlıklı, fakat siyasî haklardan yoksun burjuvazi tabakasının önayak olmasıyla 1789’da patlak veren Fransız İhtilâli, “ilâhi hukuk nazariyesini” yıkmış, onun yerine, “temel insan hakları” ve “özgürlüğün kutsallığı” fikri, medenî âlemce gittikçe benimsenen bir değer halini almıştır.
Atatürk’ün dünyaya gözlerini açtığı ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği dönemlerde, Batı bilimsel ve teknolojik açılardan olağanüstü gelişme halindeydi. Özellikle 19. yüyyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknoloji alanında hızlı atılımlarla dünyanın çehresi değişmeye başlamıştı. İnsan gücünün yerini, yeni enerji kaynaklarının alması (maden kömürü, buhar, elektrik, daha sonra petrol gibi) sanayide fabrikasyon üretimini getirmiştir. İçten yanmalı motorun bulunmasıyla otomobil ve uçak imalatına yol açılmıştır. Lokomotifin icadıyla demiryolları gittikçe yayılmaya başlamış, buharlı gemiler deniz ulaşımına yeni ufuklar açmıştı. Yeni haberleşme imkânları (telgraf, telefon gibi), iletişimi çabuklaştırmıştır. Ulaşım kolaylıkları tüketimi kolaylaştırmıştır. Fabrikasyon üretim yeni pazarları gerektirmiş, bunun sonucunda güçlü bir sömürgecilik politikası gelişmiştir. Sanayi devrimine ayak uyduramayan devletlerin el emeğine dayalı yerli sanayii, çökme durumuna girmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeyi yakalıyamayan milletler önce ekonomik, sonra da politik anlamda, sanayii gelişmiş ülkelere dolaylı veya dolaysız bağımlı hale gelmişlerdir.
Osmanlı Devleti 19. yüzyılın sonlarına doğru, daha önce özetlendiği gibi, teokratik devlet yapısı, sosyal ve ekonomik yapısı itibarıyla artık çağ dışı kalmış, yarı sömürge bir devlet konumundaydı.
Gençliğinden beri devamlı öğrenme gayreti içinde bulunan, sezgisi çok güçlü bir gözlemci olan Atatürk, Batı’nın ezici üstünlüğünün nedenlerini hayatı boyunca sorgulamış, devleti kurtarma senaryoları hep kafasını meşgul etmiştir. O güç sahibi olduktan sonra her şeyden önce tam bağımsızlığı hedef almıştır. Çünkü millî sınırları içinde egemenlik haklarını tam kullanamayan bir ulusun kendini bağlayan zincirlerden kurtulması mümkün değildi. Bunu sağladıktan sonra, millî bir taban üzerinde, din ve devletin kesin çizgilerle ayrılmasına dayanan bir yönetim şekliyle, akıl ve bilimi rehber edinen bir anlayışla, Batıya rağmen, Türk toplumunu Batı’ya, çağdaşlaşmaya yönlendirmiştir.
Batı’nın Greko-Romen ve Hristiyan eksenli birliği, 476’da Batı Romanın yıkılmasıyla bozulmuş, Batı çağa egemen olan kilisenin yönlendirdiği skolastik düşüncenin esiri olarak ortaçağın zifiri karanlığına gömülmüştür. Buna karşılık ortaçağda medeniyet meş’alesi İslâm aleminde tutuşmuştur. Müslümanlar bu Greko-Romen kaynaklı medeniyete yeni unsurlar katarak orjinal bir medeniyet yaratmışlardır. Zamanının hakim medeniyeti haline gelen bu değer, Haçlı seferleri dolayısıyla meydana gelen temaslarla, Sicilya İspanya yoluyla Avrupa’yı etkisi altına almıştır. Bu temasların sonucunda Avrupa’da kaynağa yönelme hareketleri başlamıştır. Buna bilindiği gibi, “Rönesans (yeniden doğuş)” adı verilmektedir. Bu yeni akım hümanizm alanında ve güzel sanatların her dalında özgün eserler vermiş, düşünce ve sanat alanında yeni fikirler ve görüşler getirmiştir. Hümanizm ve Rönesans ile fikir ve düşünce özgürlüğü, Reform hareketi ile vicdan özgürlüğü gerçekleşme yoluna girmiştir. Böylece hür düşünce ve bilim zihniyeti, kilisenin hükümlerine dayalı skolastik düşünce zincirini kırmıştır. Oluşan serbest ortamda, sanat ve bilimde büyük aşamalar elde edilmiştir. 1450’lerde kullanılmaya başlanılan matbaa, bilimi varlık sahiplerinin ayrıcalığı olmaktan çıkarmış, bilimi geniş kitlelere ulaştırmış ona geniş alanda yeni yeni katkılar yapılmasını sağlamıştır. Baskılardan kurtulan insan kafası, rasyonel düşünceyi kılavuz edinerek, bilimde gözlem ve deneye dayalı yeni metodlar ortaya koymuştur. Bu metodların uygulanması ve özellikle rasyonel düşüncenin temelini oluşturan “bilimsel düşünce ortamı”, “bilim zihniyeti”, bilimi insanlığın doruğuna yerleştirmiştir. Bilimin verilerinin pratiğe uygulanması teknoloji yaratmıştır. Sonuçta kas ve rüzgâr gücünün yerini makinaların alması, Avrupalıyı tabiata hakim duruma getirdiği gibi, onun ekonomik refahını ve diğer toplumlar üzerindeki ezici üstünlüğünü sağlamıştır. Bunlara ilâve olarak coğrafi keşifler sonucunda Amerika ve Ümit Burnu yolunun bulunması, Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerine öldürücü bir darbe indirmiştir. O zamana kadar iktisadî hayatın can damarı olan karayolları önemlerini kaybetmişler, ticaret karalardan denizlere yönelmiş, Akdeniz limanlarının yerini Atlantik limanları almıştır. Dolayısıyla Batı Avrupa ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri haline gelmiştir. Bu zenginliğe paralel olarak büyüyen ticarî kazanç sonucunda oluşan varlıklı, fakat siyasî haklardan yoksun burjuvazi tabakasının önayak olmasıyla 1789’da patlak veren Fransız İhtilâli, “ilâhi hukuk nazariyesini” yıkmış, onun yerine, “temel insan hakları” ve “özgürlüğün kutsallığı” fikri, medenî âlemce gittikçe benimsenen bir değer halini almıştır.
Atatürk’ün dünyaya gözlerini açtığı ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği dönemlerde, Batı bilimsel ve teknolojik açılardan olağanüstü gelişme halindeydi. Özellikle 19. yüyyılın ikinci yarısından itibaren bilim ve teknoloji alanında hızlı atılımlarla dünyanın çehresi değişmeye başlamıştı. İnsan gücünün yerini, yeni enerji kaynaklarının alması (maden kömürü, buhar, elektrik, daha sonra petrol gibi) sanayide fabrikasyon üretimini getirmiştir. İçten yanmalı motorun bulunmasıyla otomobil ve uçak imalatına yol açılmıştır. Lokomotifin icadıyla demiryolları gittikçe yayılmaya başlamış, buharlı gemiler deniz ulaşımına yeni ufuklar açmıştı. Yeni haberleşme imkânları (telgraf, telefon gibi), iletişimi çabuklaştırmıştır. Ulaşım kolaylıkları tüketimi kolaylaştırmıştır. Fabrikasyon üretim yeni pazarları gerektirmiş, bunun sonucunda güçlü bir sömürgecilik politikası gelişmiştir. Sanayi devrimine ayak uyduramayan devletlerin el emeğine dayalı yerli sanayii, çökme durumuna girmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeyi yakalıyamayan milletler önce ekonomik, sonra da politik anlamda, sanayii gelişmiş ülkelere dolaylı veya dolaysız bağımlı hale gelmişlerdir.
Osmanlı Devleti 19. yüzyılın sonlarına doğru, daha önce özetlendiği gibi, teokratik devlet yapısı, sosyal ve ekonomik yapısı itibarıyla artık çağ dışı kalmış, yarı sömürge bir devlet konumundaydı.
Gençliğinden beri devamlı öğrenme gayreti içinde bulunan, sezgisi çok güçlü bir gözlemci olan Atatürk, Batı’nın ezici üstünlüğünün nedenlerini hayatı boyunca sorgulamış, devleti kurtarma senaryoları hep kafasını meşgul etmiştir. O güç sahibi olduktan sonra her şeyden önce tam bağımsızlığı hedef almıştır. Çünkü millî sınırları içinde egemenlik haklarını tam kullanamayan bir ulusun kendini bağlayan zincirlerden kurtulması mümkün değildi. Bunu sağladıktan sonra, millî bir taban üzerinde, din ve devletin kesin çizgilerle ayrılmasına dayanan bir yönetim şekliyle, akıl ve bilimi rehber edinen bir anlayışla, Batıya rağmen, Türk toplumunu Batı’ya, çağdaşlaşmaya yönlendirmiştir.
...
Kuruluş tarihimiz ve bizi bu günlere getiren geçmiş ile ilgili ne kadar ayrıntılı çalışıldığını anlamak için bu kısımdaki zaman yelpazesini gözlemlemek yeter de artar. Ulusal bağımsızlığımızın en büyük pay sahibi olan ATATÜRK'ün Hayatı hakkındaki bu çalışmayı tarihe duyarlı olan her insanın okuması gerekmektedir.
Tunç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder