
Konu: Sosyal Güvensizlik, Yazar:Robert Castel
Çeviri:Işık Ergüden
Kitap temel olarak bir sosyolog olan Robert Castel’in sosyal güvensizlik üzerine değerli düşüncelerinden oluşmuştur. Temel yapı olarak açıklayıcı bir giriş bölümüyle beraber beş bölüm ve sonuç bölümünden oluşmaktadır. Kitabın bölümleri Hukuk devletinde sivil güvenlik, koruyucu devlet koşullarında sivil güvenlik, belirsizliğin yükselişi, yeni bir risk sorunsalı ve son olarak ta ‘‘sosyal güvensizlikle nasıl mücadele edilir?’’ sorusunun cevabı ile oluşturulmuştur. Ayrıca her bölümde konuyla ilgili alt başlılara yer verilmiştir. Kitabın özetinin hazırlanması sırasında okuma yapıldıktan sonra akılda kalanlar ve düşündürdükleri etkili olmuştur.
Geçmişte var olan belirsizlik ortamından kat-kat üstün bir durumda da olsa güvenceler insanlara yeterli gelmemektedir. Bu yetersizlik insanları arayışa sorgulamaya itmektedir ki bunlara cevap bulunamaması da bir güvensizlik oluşturmaktadır. Böyle bir kısır döngünün toplumsal hayattaki yeri ve etkileri şüphesiz ki çok önemlidir. Üretim ilişkilerine, toplumsal yaşayışa ve bun sonucunda toplumsal huzura oldukça etkilidir. Bunların ışığında, giriş bölümünün sonunda da söylendiği gibi ‘‘Tüm tehlikelerden azade olma garantisini asla bulamayacağız, ama daha adil ve daha insani bir dünyada yaşama şansını elde edebiliriz’’ özlemi esas amaç olarak belirtilmiştir(s. 13).
Toplumlar da var olan sorunlar çeşitlilik göstermektedir. Kimi durumlarda asıl güvensizlikle karşı karşıya olan topluluklar diğer topluluklar için güvensizlik kaynağı olarak görülebilmektedir ya da rekabet ortamında aynı topluluktan ilişki içinde olunan farklı özelliklere sahip bireyler güvensizlik nedeni olarak düşünülmektedir. Bu nedenle bireylerden arınıp toplulukları daha kaynaştırıcı yapılar üzerinde çalışılması gerekmektedir. Topluluklar öncelik olarak sorumluluk ve görev bilinci doğru biçimde oturmalı ve tam güvenlikli yapıya (ulaşılmaz bir hedef dahi olsa) ulaşmak için çalışmalıdır.
İnsanlar ilk başlarda güvenlik sorunlarını kendi başlarına çözmekteyken sahip oldukları mülk ve statüler ile güvensizlik sorunun aşmaya çalışmış ve güvence ağlarını oluşturmuşlardır. Ancak bu güvence hayatta kalmak için kendini koruyabilme gücünden başka bir anlam taşımamaktadır. Bu koruyabilme gücü mülke ve statüye doğrudan bağlı bir dereceye sahiptir. Daha sonraları bunun yetersiz gelmesi gibi bir takım kaygılar oluşmuş ve toplum olma hedefleri ve çalışmaları ile güvenceleri toplumsal(üretime) örgütlerle sağlama hedeflenmeye başlamıştır. İlk zamanlarda güvenceler mülkle ilişkili olmasından dolayı cumhuriyetçiler mülkiyeti sınırlandırıp sosyal güvencenin eşit olarak dağılımına etki etmek istemişlerdir. Bir diğer görüş olarak ise devletin tam denetiminde mülkler ve statülerin korunması gerekliliği üzerine fikirler ortaya atılmıştır(Leviathan). Ancak bunun demokratik olmayacağı gerekçesi ile bu düşünceler sınırlar ve güvensizlikler doğuracağı düşüncesiyle toplumsal yaşamın denetimi için uygun görülmemiştir. Güvenlik hedefi için isteklerin ve sonuçlarının tam olarak aynı doğrultuda olmaması sosyal güvenlik için çözüm arayışlarında kısır döngüler oluşturmuştur. Hukukçuluk sonucunda güvenlik açığı oluşması ve bu açığında ancak hukuk dışılıkla kapatılabileceği gibi bir ikilem de böyle bir döngünün konusudur (s.s. 28–29). Elbette ki bu hukuk dışılık, kimsenin istemediği bir şeydir.
Sosyal güvencelerin idaresinde ve denetiminde devletin sorumlulukları üstlenmesi şarttır. Uzun çalışma sonrasında emeklilik hakkı ve zorunluluğu güvencelerin oluşumu ve gelişimi devlet tarafından (merkezi bir otorite) risk azaltıcı ve yürütücü görevleri ile uygulanmalıdır. Böylelikle devlet toplumun tüm kesimleri için geçeri olacak bir güvenliği meydana getirir(s. 39). Sosyal güvencelerin mülk ile olan ilişkisini de göz önüne alınca mülk sahibi almayan çalışanın devlet kontrolünde güvencelerini kazanıp durumunun iyileşmesi sağlanır. Böylelikle daha önceden bahsedilen güvensizlik durumunda bulunan ve diğer topluluklara güvensizlik kaynağı olan bireylerin topluma(üretime) kazandırılması sağlanabilir. Güvenlik hissi içinde bireyler sürekli daha fazlasını arzularlar. Elde ettikleri her seferinde de daha da fazlasını isterler. Ancak meydana gelen bu tür geçici güvensizlik krizleri(değişim) sonucunda toplumsal olarak gereğinden fazla rahatsızlık oluşturmuştur. Buna çözüm olarak toplumsal olarak çözüm gayretleri ile güven durumunun oluşturulması gerekmektedir. Bir yere ait olma gerekliliği ve getirdikleri bilincine varılarak güvensizlik krizlerine(değişim) çözüm oluşturulabilir. Toplumda bireyin güvenlik arayışı ve kolektif merci tanımları ile de bu tür zayıflıklara açıklamalar yapılmıştır (s. 45). Böylece güvensizliklere adım-adım çözümler bulunarak toplumda yerleşmiş eşitsizliklere de çareler üretilmesi sağlanarak eşitsizliklerin ortadan kalkması sağlanabilir.
Sosyal güvensizliğe neden olan belirsizliklere geleneksel yaşam biçimindeki değişimler de dâhildir. Toplum ve üretim yaşamındaki modernleşmenin ayrışma koşuluyla gelmesi güvensizlik kaynağı olan riskleri de beraberinde getirir. Bu sebeple kriz(değişim) durumlarında güven verici topluluklar (kolektifler) (en üstte hukuk ve devlet varlığı kabulüyle birlikte) bulunmalıdır. Böylelikle kriz(değişim) durumlarında topluluk içinde bireycilik ve bencillik gibi yanlış çabalarda önlenmiş ve koşulların iyileştirilmesi için çalışılmasına uygun ortam oluşturulmuş olur. Bu günlerde toplumsal krizlerin(değişim) çokça olduğu dönemlerde bu gerçekler daha da önem kazanmıştır. Meydana gelen bu değişimler sonucunda açıkta kalan güvensizlik hisseden bireylerin korunmasında da bu yapılar önem kazanmıştır. Elbette ki tüm bunların bir diğer yararlı yanı devletin güvenlik sağlamayı tek başına üstenip diğer sorumluluklarını aksatmamasının sağlanmasıdır.
Sosyal güvensizlikle ilgili bahsedilebilecek olan bir iyi yan ise üretimler ve çalışmalar ile elde edilenlerin tetikleyici olmasıdır. Yazar da bu görüşünü ‘‘Uygarlığın geleceğine hükmeden şey artık toplumsal ilerleme değil, genel güvensizliktir’’ sözleriyle ortaya koymuştur(s. 68). Toplumların karşılaştığı riskler ve sorunlar karşısında çözüm arayışlarının düşünsel gelişmeleri de beraberinde getirdiği kolaylıkla söylenebilir. Riskleri ve özelliklerinin tartışılması durumlarında dahi gelecek hakkında kesin çözümler getiremeyeceği ve bütün risklerin tamamıyla tahmin edilemeyeceği ve denetlenemeyeceği bu nedenle hep daha gelişmiş çözüm arayışları ile daha ilerici yaklaşımların oluştuğu rahatlıkla söylenebilir. Güvenceyi devlet kontrolüne bırakmak çatlaklar oluşmasına yol açar ve bunun sonucunda yeniden devlet tarafından(ulusal-sosyal) güvence çalışmaları ile güvenceler güvenilmez hale gelir. Bu döngünün iyi çalışması ve farkında olunması güvence yönetimi için gereklidir.
Gerekli düzenlemeler ve örgütlenmeler içinde bulunmayan bireylerin güvensizliği güven içinde huzursuzluk yaratmaktadır. İşsizlik ve dolayısıyla sosyal güvensizliğe çare olarak yerel’e indirilmiş tasarılar ve işsizliğe karşı işsizlerinde bulunduğu çözüm yolarlı sosyal güvensizlikle mücadelede önemlidir. İşsizlerin işsizlik ve benzeri sorunların çözümlerinde aktif olarak katılımları gerekliliği çok önemlidir. Güvence sağlanmasında bir eşitsizliğin varlığı bu eşitsizliğin güvencenin kendinden doğmuş olduğu gerçeği güvencenin yararına rağmen unutulmamalıdır. Toplumsal ve ya mesleki bir aidiyeti bulunmayan bireylerin yani güvencesiz kimselerin toplumsal ve mesleki aidiyet kazandırılması bir zorunluluktur. Ancak bu sayede toplumsal kayıplara ve güvensizlik sorununa çözüm kolaylaşır. Bu kazandırma tüm toplumun görevi olduğu bir konudur. Böylelikle bir güvensizlik durumuna çözüm bulunmuş olur.
Her ne kadar gerekli olduğu tartışılmaz olsa da güvensizlikle karşı karşıya olan kişilerde güvensizlik sorununun aşılması için ona güvenceleri sağlamak ve rahat şekilde her yönüyle toplumsal aidiyet kazanması için uygun ortamı sağlamak faydalı olacaktır. Bunun gerekçesi olarak kişinin geçici olarak güvencelerinden yoksun kalmış olduğu söylenebilir. Böylece kriz ortamında uyum sağlayamamış bireyin kazandırılması ile diğer bireylerin eksiklik (güvensizlik de denebilir) hissettirilmeden topluma(üretime) kazandırılması sağlanabilir. Gelecek kaygıları gibi güvensizlik kaynaklarının önceden tanımlanamaz olması nedeniyle oluşan güvensizlikler sorunun ne kadar artmaya-büyümeye açık olduğunun göstergesidir. Bu nedenle bu durumun iyi şekilde çalışılması ve denetim altına alınması şarttır.
Güvensizlik sorununa çare aramalarının dengeli olması gerekmektedir. Aranan ve ya uygulanan çarelerin toplumsal yaşayışın devingenliğine(dinamikliğine) engelleyici nitelikte olmamalıdır. Aksi halde bu birliğin ve aidiyet merkezinin zarar görmesine yol açabilir. Güvensizlik üzerine düşünce politikalarının iyi tasarlanması ve aşırıya kaçmamasında bu gerekçe de göz önünde bulundurulmalıdır. Sayfa 102’de Italo Svevo’dan alıntı yaparak ‘‘Yaşam da biraz hastalık gibi, o da krizlerle ve depresyonlarla hareket ediyor; yine de diğer hastalılardan farklı olarak yaşam daima ölümcüldür, hiçbir tedaviye gelmez. Yaşamı tedavi etmek, organizmamızın deliklerini yara olarak kabul ederek tıkamak olur. Biraz iyileşirsek boğuluruz.’’ sözleriyle bu konuda fikirlerini belirtmiştir. Görülüyor ki yazar da sosyal güvensizlik sorununda öncelikle eşitsizlik sorunun veya diğer bir deyişle dengesizlik sorunun ilk düzeltilmesi gerekenlerden olduğunu düşünüyor.
Sosyal güvencelerin sigorta kurumları gibi oluşumlar tarafından genel olarak sağlandığı gibi güvensizlik düşüncesi ve çözüm arayışları da bireysel olmamalıdır. Böylece güvensizlik sınırsız olmasına rağmen kabul edilebilir seviyede sorunların aşılması ve toplumsal yaşayışa etkisinin en aza indirilmesi sağlanabilir. Güvencelerin (ya da güvensizliğin) düşüm noktası ekonomik ve toplumsal ilişkilerin tam ortasında bulunmasıdır. Bu ilişki arasındaki en iyi köprü güvensizlikler için en iyi çözüm olarak karşımıza çıkacaktır. Ekonomi ya da üretimin vahşiliğinden arındırılması da bir başka çözüm olarak bahsedilebilir.
Son olarak güvensizlik sorununa çözüm olarak güçlü bir devlet çalışması ile birlikte ilgililerin ısrarlı çabaları zorunludur. Sosyal güvenlik sağlamak için hukuki yapıyı etki dışı bırakacak çabalardan kaçınılmalıdır. Bu sayede toplumsal dinamiklerin ve bunların güvenlik üzerine etkileri denetlenebilir ve fayda sağlanabilir durumda tutulabilir. Sorunlara toplumsal katılım ile çözüm arayarak aynı zamanda dengesiz çözüm girişimlerinin de önüne geçilmesi faydalıdır.
Geçmişte var olan belirsizlik ortamından kat-kat üstün bir durumda da olsa güvenceler insanlara yeterli gelmemektedir. Bu yetersizlik insanları arayışa sorgulamaya itmektedir ki bunlara cevap bulunamaması da bir güvensizlik oluşturmaktadır. Böyle bir kısır döngünün toplumsal hayattaki yeri ve etkileri şüphesiz ki çok önemlidir. Üretim ilişkilerine, toplumsal yaşayışa ve bun sonucunda toplumsal huzura oldukça etkilidir. Bunların ışığında, giriş bölümünün sonunda da söylendiği gibi ‘‘Tüm tehlikelerden azade olma garantisini asla bulamayacağız, ama daha adil ve daha insani bir dünyada yaşama şansını elde edebiliriz’’ özlemi esas amaç olarak belirtilmiştir(s. 13).
Toplumlar da var olan sorunlar çeşitlilik göstermektedir. Kimi durumlarda asıl güvensizlikle karşı karşıya olan topluluklar diğer topluluklar için güvensizlik kaynağı olarak görülebilmektedir ya da rekabet ortamında aynı topluluktan ilişki içinde olunan farklı özelliklere sahip bireyler güvensizlik nedeni olarak düşünülmektedir. Bu nedenle bireylerden arınıp toplulukları daha kaynaştırıcı yapılar üzerinde çalışılması gerekmektedir. Topluluklar öncelik olarak sorumluluk ve görev bilinci doğru biçimde oturmalı ve tam güvenlikli yapıya (ulaşılmaz bir hedef dahi olsa) ulaşmak için çalışmalıdır.
İnsanlar ilk başlarda güvenlik sorunlarını kendi başlarına çözmekteyken sahip oldukları mülk ve statüler ile güvensizlik sorunun aşmaya çalışmış ve güvence ağlarını oluşturmuşlardır. Ancak bu güvence hayatta kalmak için kendini koruyabilme gücünden başka bir anlam taşımamaktadır. Bu koruyabilme gücü mülke ve statüye doğrudan bağlı bir dereceye sahiptir. Daha sonraları bunun yetersiz gelmesi gibi bir takım kaygılar oluşmuş ve toplum olma hedefleri ve çalışmaları ile güvenceleri toplumsal(üretime) örgütlerle sağlama hedeflenmeye başlamıştır. İlk zamanlarda güvenceler mülkle ilişkili olmasından dolayı cumhuriyetçiler mülkiyeti sınırlandırıp sosyal güvencenin eşit olarak dağılımına etki etmek istemişlerdir. Bir diğer görüş olarak ise devletin tam denetiminde mülkler ve statülerin korunması gerekliliği üzerine fikirler ortaya atılmıştır(Leviathan). Ancak bunun demokratik olmayacağı gerekçesi ile bu düşünceler sınırlar ve güvensizlikler doğuracağı düşüncesiyle toplumsal yaşamın denetimi için uygun görülmemiştir. Güvenlik hedefi için isteklerin ve sonuçlarının tam olarak aynı doğrultuda olmaması sosyal güvenlik için çözüm arayışlarında kısır döngüler oluşturmuştur. Hukukçuluk sonucunda güvenlik açığı oluşması ve bu açığında ancak hukuk dışılıkla kapatılabileceği gibi bir ikilem de böyle bir döngünün konusudur (s.s. 28–29). Elbette ki bu hukuk dışılık, kimsenin istemediği bir şeydir.
Sosyal güvencelerin idaresinde ve denetiminde devletin sorumlulukları üstlenmesi şarttır. Uzun çalışma sonrasında emeklilik hakkı ve zorunluluğu güvencelerin oluşumu ve gelişimi devlet tarafından (merkezi bir otorite) risk azaltıcı ve yürütücü görevleri ile uygulanmalıdır. Böylelikle devlet toplumun tüm kesimleri için geçeri olacak bir güvenliği meydana getirir(s. 39). Sosyal güvencelerin mülk ile olan ilişkisini de göz önüne alınca mülk sahibi almayan çalışanın devlet kontrolünde güvencelerini kazanıp durumunun iyileşmesi sağlanır. Böylelikle daha önceden bahsedilen güvensizlik durumunda bulunan ve diğer topluluklara güvensizlik kaynağı olan bireylerin topluma(üretime) kazandırılması sağlanabilir. Güvenlik hissi içinde bireyler sürekli daha fazlasını arzularlar. Elde ettikleri her seferinde de daha da fazlasını isterler. Ancak meydana gelen bu tür geçici güvensizlik krizleri(değişim) sonucunda toplumsal olarak gereğinden fazla rahatsızlık oluşturmuştur. Buna çözüm olarak toplumsal olarak çözüm gayretleri ile güven durumunun oluşturulması gerekmektedir. Bir yere ait olma gerekliliği ve getirdikleri bilincine varılarak güvensizlik krizlerine(değişim) çözüm oluşturulabilir. Toplumda bireyin güvenlik arayışı ve kolektif merci tanımları ile de bu tür zayıflıklara açıklamalar yapılmıştır (s. 45). Böylece güvensizliklere adım-adım çözümler bulunarak toplumda yerleşmiş eşitsizliklere de çareler üretilmesi sağlanarak eşitsizliklerin ortadan kalkması sağlanabilir.
Sosyal güvensizliğe neden olan belirsizliklere geleneksel yaşam biçimindeki değişimler de dâhildir. Toplum ve üretim yaşamındaki modernleşmenin ayrışma koşuluyla gelmesi güvensizlik kaynağı olan riskleri de beraberinde getirir. Bu sebeple kriz(değişim) durumlarında güven verici topluluklar (kolektifler) (en üstte hukuk ve devlet varlığı kabulüyle birlikte) bulunmalıdır. Böylelikle kriz(değişim) durumlarında topluluk içinde bireycilik ve bencillik gibi yanlış çabalarda önlenmiş ve koşulların iyileştirilmesi için çalışılmasına uygun ortam oluşturulmuş olur. Bu günlerde toplumsal krizlerin(değişim) çokça olduğu dönemlerde bu gerçekler daha da önem kazanmıştır. Meydana gelen bu değişimler sonucunda açıkta kalan güvensizlik hisseden bireylerin korunmasında da bu yapılar önem kazanmıştır. Elbette ki tüm bunların bir diğer yararlı yanı devletin güvenlik sağlamayı tek başına üstenip diğer sorumluluklarını aksatmamasının sağlanmasıdır.
Sosyal güvensizlikle ilgili bahsedilebilecek olan bir iyi yan ise üretimler ve çalışmalar ile elde edilenlerin tetikleyici olmasıdır. Yazar da bu görüşünü ‘‘Uygarlığın geleceğine hükmeden şey artık toplumsal ilerleme değil, genel güvensizliktir’’ sözleriyle ortaya koymuştur(s. 68). Toplumların karşılaştığı riskler ve sorunlar karşısında çözüm arayışlarının düşünsel gelişmeleri de beraberinde getirdiği kolaylıkla söylenebilir. Riskleri ve özelliklerinin tartışılması durumlarında dahi gelecek hakkında kesin çözümler getiremeyeceği ve bütün risklerin tamamıyla tahmin edilemeyeceği ve denetlenemeyeceği bu nedenle hep daha gelişmiş çözüm arayışları ile daha ilerici yaklaşımların oluştuğu rahatlıkla söylenebilir. Güvenceyi devlet kontrolüne bırakmak çatlaklar oluşmasına yol açar ve bunun sonucunda yeniden devlet tarafından(ulusal-sosyal) güvence çalışmaları ile güvenceler güvenilmez hale gelir. Bu döngünün iyi çalışması ve farkında olunması güvence yönetimi için gereklidir.
Gerekli düzenlemeler ve örgütlenmeler içinde bulunmayan bireylerin güvensizliği güven içinde huzursuzluk yaratmaktadır. İşsizlik ve dolayısıyla sosyal güvensizliğe çare olarak yerel’e indirilmiş tasarılar ve işsizliğe karşı işsizlerinde bulunduğu çözüm yolarlı sosyal güvensizlikle mücadelede önemlidir. İşsizlerin işsizlik ve benzeri sorunların çözümlerinde aktif olarak katılımları gerekliliği çok önemlidir. Güvence sağlanmasında bir eşitsizliğin varlığı bu eşitsizliğin güvencenin kendinden doğmuş olduğu gerçeği güvencenin yararına rağmen unutulmamalıdır. Toplumsal ve ya mesleki bir aidiyeti bulunmayan bireylerin yani güvencesiz kimselerin toplumsal ve mesleki aidiyet kazandırılması bir zorunluluktur. Ancak bu sayede toplumsal kayıplara ve güvensizlik sorununa çözüm kolaylaşır. Bu kazandırma tüm toplumun görevi olduğu bir konudur. Böylelikle bir güvensizlik durumuna çözüm bulunmuş olur.
Her ne kadar gerekli olduğu tartışılmaz olsa da güvensizlikle karşı karşıya olan kişilerde güvensizlik sorununun aşılması için ona güvenceleri sağlamak ve rahat şekilde her yönüyle toplumsal aidiyet kazanması için uygun ortamı sağlamak faydalı olacaktır. Bunun gerekçesi olarak kişinin geçici olarak güvencelerinden yoksun kalmış olduğu söylenebilir. Böylece kriz ortamında uyum sağlayamamış bireyin kazandırılması ile diğer bireylerin eksiklik (güvensizlik de denebilir) hissettirilmeden topluma(üretime) kazandırılması sağlanabilir. Gelecek kaygıları gibi güvensizlik kaynaklarının önceden tanımlanamaz olması nedeniyle oluşan güvensizlikler sorunun ne kadar artmaya-büyümeye açık olduğunun göstergesidir. Bu nedenle bu durumun iyi şekilde çalışılması ve denetim altına alınması şarttır.
Güvensizlik sorununa çare aramalarının dengeli olması gerekmektedir. Aranan ve ya uygulanan çarelerin toplumsal yaşayışın devingenliğine(dinamikliğine) engelleyici nitelikte olmamalıdır. Aksi halde bu birliğin ve aidiyet merkezinin zarar görmesine yol açabilir. Güvensizlik üzerine düşünce politikalarının iyi tasarlanması ve aşırıya kaçmamasında bu gerekçe de göz önünde bulundurulmalıdır. Sayfa 102’de Italo Svevo’dan alıntı yaparak ‘‘Yaşam da biraz hastalık gibi, o da krizlerle ve depresyonlarla hareket ediyor; yine de diğer hastalılardan farklı olarak yaşam daima ölümcüldür, hiçbir tedaviye gelmez. Yaşamı tedavi etmek, organizmamızın deliklerini yara olarak kabul ederek tıkamak olur. Biraz iyileşirsek boğuluruz.’’ sözleriyle bu konuda fikirlerini belirtmiştir. Görülüyor ki yazar da sosyal güvensizlik sorununda öncelikle eşitsizlik sorunun veya diğer bir deyişle dengesizlik sorunun ilk düzeltilmesi gerekenlerden olduğunu düşünüyor.
Sosyal güvencelerin sigorta kurumları gibi oluşumlar tarafından genel olarak sağlandığı gibi güvensizlik düşüncesi ve çözüm arayışları da bireysel olmamalıdır. Böylece güvensizlik sınırsız olmasına rağmen kabul edilebilir seviyede sorunların aşılması ve toplumsal yaşayışa etkisinin en aza indirilmesi sağlanabilir. Güvencelerin (ya da güvensizliğin) düşüm noktası ekonomik ve toplumsal ilişkilerin tam ortasında bulunmasıdır. Bu ilişki arasındaki en iyi köprü güvensizlikler için en iyi çözüm olarak karşımıza çıkacaktır. Ekonomi ya da üretimin vahşiliğinden arındırılması da bir başka çözüm olarak bahsedilebilir.
Son olarak güvensizlik sorununa çözüm olarak güçlü bir devlet çalışması ile birlikte ilgililerin ısrarlı çabaları zorunludur. Sosyal güvenlik sağlamak için hukuki yapıyı etki dışı bırakacak çabalardan kaçınılmalıdır. Bu sayede toplumsal dinamiklerin ve bunların güvenlik üzerine etkileri denetlenebilir ve fayda sağlanabilir durumda tutulabilir. Sorunlara toplumsal katılım ile çözüm arayarak aynı zamanda dengesiz çözüm girişimlerinin de önüne geçilmesi faydalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder