Pazar, Kasım 11, 2007

Sevgili Bılog ;)

Merhabalar sayın okuyucularım...

Facebook'a bulaştım bulaşalı derslerim vs'ye olan ilgimin azalması gibi buraya olan ilgim de sıfıra inmiş durumda... Ama gelecekte bir günde burayı okuyanlar yaşamayı durdurdu hiçbirşey yapmadı herhalde Facebook'tan sonra demesinler diye... Bu aralar pekte ilginç olmasada bu zamanlarda yaptıgım ve ileride hatırlamak istediğim birşeyler var, not edeyim...

Öncelikle ömrümde ilk defa bir ''ünlü'' ile fotograf çektirme işini salakça, aptalca, ezikçe bulmadım. Hatta gittim foto çektirdim, çok mutlu oldum... Bahsettiğim kişi Melihat Gülses... Kendisinin ipek gibi bir sesi olduğunu bilsem de artık albümlerini pek dinleyemiyorum... Çünkü sesini canlı dinleyince en kaliteli albümün bile bu sesi aktarmaya yetmeyecek olduğunu görmüş bulunuyorum... Bir aralar yahu ben her fırsatta bu sesi duymalıyım, kızı benle yaşıtmış ayartıp evleneyim Melihat Gülses yakınım olsun diye bile düşündüm. Şaka bir yana CRR'deki Melihat Gülses konserini kaçırdığım için kendimi çok ayıpladım. Bir daha bu tür fırsatı yakaladığımda daha fazla çabalayacağım.

Bu aralar başka ne yaptım dersek; Melihat Gülses konserinde bana eşlik eden kardeşim Balcan'dan birkaç albüm aldım, dinledim çok beğendim. [Bu aralar Balcan'ı aramıyorum, o da beni aramıyor... Uzun süre konuşmayıp konuşacak birşeyler biriktiriyoruz galiba, zira konuşacak hiç birşey kalmadı, her bi boku biliyor ya da tahmin edebiliyoruz...] Aldığım albümlerden EFSUN, ve BUZ isimli grupları pek bi beğendim... İleride Facebook'tan vakit bulursam birkaç şarkılarıyla ilgili beğenilerimi belirten yazıları da buraya dökeceğim gibi geliyor bana...

Başka ne yaptım, aklıma gelmiyor valla... Facebook'ta bir sürü eski arkadaştan haber aldım... Neler yapmış, neler yapacaklar gibi bilgileri doğrudan onlardan ya da profillerinden ögrendim... İsim vermesemde bulduğuma memnun olduğum, ileride ne yapıyorlar acaba diyeceğim arkadaşlara eriştim...

Birde Facebook ile ilgili garip düşüncelere devam ettim. Friend list demek ne demek? Birisi friend listte ise gerçekten friend midir? Tanıdık ile arkadaş arasındaki farkı Facebook'a öğretmek nasıl olur vs vb...

İşte bu kadar sayın okuyucu şidilik alel acele reytingler fazla düşmeden durumu kurtarma yazısıyla idare edeceksiniz... Arada zaten çook az tıklanan ilanlarımın hiç tıklanmaz hale gelmemesi içindir bu çabam yoksa geleceğe iz bırakmak vs palavra inanmayınız... ;)

Tunç

Cumartesi, Ekim 27, 2007

Kısa bir not

Demokrasi ve sansür
Yıldırım hızıyla geldi geçti bir sansür denemesi. Başbakan Yadımcısı Cemil Çiçek, RTÜK aracılığıyla televizyon yayını yapan kuruluşlara bildirdi: "Kamu düzenini ve halkın moral değerini bozan, güvenlik güçlerine dönük zaaf imajı yayan, toplumsal psikolojiyi olumsuz etkileyen radyo ve televiyon yayınlarının durdurulması."
Danıştay da hemen bu yasağın yürütmesini durdurdu.
İyi de etti.
Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir yasaktı bu. Uygulanacak olsa trajikomik olaylara yol açabilirdi.
Her şeyden önce, demokrasi vaadiyle iktidara gelen AKP yönetiminin bu kadar kapsamlı bir sansür kararına imza atması ilginçtir. AKP'nin ne kadar 'demokrat' olduğu konusunda ipuçları veriyor. Ve neden TCK'nın 301'inci maddesinin ısrarla korunduğunu da anlamamızı sağlıyor.
---Link---Merak edenler için burada...
Laikleşme, bireyselleşme ve demokratikleşmeden oluşan bu sürecin tam ortasındayız.
Sancılı olması normaldir. Her doğum sancılıdır!

Daha önceden bahsetmiştim, artık fırsat buldukça Radikal yazarlarından Türker Alkan'ı dikkatle okuyorum diye... Oldukça beğendiğim bir yazısı var, üstte bazı kısımları ilginizi çeksin diye kestim koydum... Diğer kısımlar'da tabii ki linkte...

ÖSS kaldırılsın, YÖK'e hayır, falan filan gibi konularda insanların fikirlerini beğenmememdeki nedenlerin genelleştirilmiş hali... Okuyun faydalanın...

Tunç

Perşembe, Ekim 11, 2007

Türkçe

Nedir ki Türkçe? Bunun üzerine düşündük mü aklımıza illa ki birkaç cevap gelecektir... -Dilimizdir, -Bu ülkenin resmi dilidir, -İletişim kurmak, konuşmak ve daha da önemlisi anlaşmak için ihtiyaç duyduğumuz ses kanunu'nun adıdır, vs. vb... Bu yazıyı yazmak aklıma birkaç rastlantı sonrasında geldi, ilki ile başlayıp sonuncusuyla olmasada bence tepe olan noktada yazıyı bitirmeyi düşünüyorum, iyi okumalar...

Geçen günlerde liseyi bitirip üniversite hayatına başlayan bir kardeşim ile derslerini okulunu vs konuşuyorduk... Bize bazı bilgiler verdikten sonra bunları bazı örneklerle süsledi... Derslerini anlatırken de diğer derslerde olduğu gibi Türkçe dersini de hocasının sorduğu bir soruyu söyleyerek örnekledi... Soru klasik, bütün Türkçe hocalarından beklenebilecek bir soru; Önce dil mi gelir, yoksa düşünce mi...

Bu soruya Türkçe hocaları kesin bir cevap yoktur, kişiye göre değişir vs derler ama aslında bir cevabı vardır... Bu cevap ise benim bakış açımdan olmakla beraber sizi de kendine çekebilecek türden bir cevap... Bence elbette önce düşünce vardır... İnsan önce düşünür, kafasında birkaç kavram geliştirir ve bunu dışa vurmak isteyişi dil ile gerçekleşir... Buna karşılık olarak madem düşünce önce neden insanlar ana dilinden başka dilde düşünmüyorlar diye sorarlar... Ama bence bu oltadır, ''hııı evet, haklısın'' demek yanılgıdır... Buna bir insan üzerinden bakarsanız yanılırsınız, ama insanların geneli üzerinden baktığınızda herkesin anadilinin aynı olmadıgını görürsünüz... Yani herkes farklı bir anadilde düşünüyor...

Bu yargıya bu kadar güvenmemin bir sebebi ise geçen gün İlhan ile konuştuğumuz birşey; bazen hiç anlamadığın dilde birşeyler dinlediğinde bile birşeyler hissedebilme durumu... İnsanın kafasında kelimelerle, cümlelerle tanımlanamayacak hisler bulunması... Örneğin TV'de vs Kuran okunduğunda çoğu insanın tüyleri ürperir, belki huzur, belki bir şekilde huzur'a benzer bir hisse kapılırlar... Belki karşısındaki arapça küfrediyor veya daha nazik bir dille ifade etmek gerekirse kötü bir olayı anlatıyor ama izleyicimiz anlamadığı o dilden kafasında canlandırabildiği bütün iyi şeylere bir bağlantı yapıyor ve kendini iyi hissediyor... Yani kafasında belli kurallı bir ses takımı olmasada bu düşünce bu hisler bedeninde yer buluyor vatandaşın... Bu düşünceler, aşk, meşk, nefret, hırs vs içinde türetilebilir elbette, ama ben ''en yakın'' olduğumu seçmeyi uygun gördüm :).

Bu kadar Türkçe dersinden bahsedince kendi aldığım dersler bir şekilde aklıma geliyor... Orta okulda lisede vs derslerde hiçbir anlamlı iş yapmaz garip garip edebiyat akımlarıyla ilgili bilgileri ezberlerdik. Bunların sonucunda notlar doğal olarak kötü gelince kitap okur kurtarma ödevi yapardık... O zamanlardan beri kitap özetleri yazmaya ciddi bir gözle bakmışımdır... Hatta bir ödev için yazdığım kitap özetine ablamın övgüler yapması da gururumu okşayan nadide hatıralarımdandır... [Sanırım kitap Sait Faik'ten Sevgiliye Mektup'tu... Yatık Emine ve Cer Hocası başlıklarını belli belirsiz hatırlıyorum içindeki bölümlerden... Hatta Cer hocasını iyi hatırlıyorum bir aralar kendime şifre seçmiştim bunu :)]

Yakup Kadri'den Yaban, Montaigne'den Denemeler ve Jack London'dan Düş Ülkelerine Yolculuk ve Beyaz Diş kitapları sanırım orta okulda herkese olduğu gibi Şeker Portakalı ödev olarak okuduğum kitaplar olarak aklıma geliyor. Üni'de ise Feyza Hepçilingirlerin kitaplarını okumam söylenmişti Bir de Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi[Bu blogda böyle bir başlık bulunuyor merak edenlere tavsiye edilir]... Heyza Hepçilingirlerin kitaplarını daha önceden okumuş olduğum için baya masrafsız olmuştu ama bende o sırada yazarın kitapları haricindeki konularda fikirleri düşünceleri vs hakkında bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca dil konusunda yaklaşımlarını, düşüncelerini örnek aldığım birisi olduğundan Yavuz Bülent Bakiler'e karşı bir ön yargı dahi oluşturmuştum. Aslında Y.B.B'nin kendisi ve düşünceleri hakkında ayrıntılı fikrim yoktu ama bir kere bir tarafa geçmiştim :).

İşte bu kadar muhabbetten sonra konuyu bağlayacağım yere geldim. Geçen gün nette gezinirken alakasız bir yerde bir şiir gördüm. Şiir çok hoşuma gitti, Memleket İsterim'i anımsatan bir şiir daha okumuş oldum. Bu şiir üstte adı geçen Yavuz Bülent Bakiler'in bir şiiriymiş; Anadolu Gerçeği... kendisine ilgi gösterdim ve özellikle sondan bir önceki paragrafını severek okudum... Tavsiye olunur... Bu şiir'e ulaşana kadar Behçet Necatigil'in Sevgilerde ve Ziya Osman Saba'nın Yetişir başlıklı şiirlerini de not ettim.

Bu gecelik bu kadar, uykusuz kaldıgım bir başka gecede buluşmak üzere :)
Tunç

Pazar, Ekim 07, 2007

Bu hafta...

Şimdi bir yazı yazacağım, canım acayip bir şekilde ''eveeeet ...'' diye başlamak istiyor. Ancak bunu neden istediğime emin değilim. Büyük ihtimalle konuşmalarına böyle başlayanlara gıcık kaptığımdan değildir, yoksa öyle mi? Biraz kendimi başkalarının yerine koyma koymama meselesiyle alakası yok bence...

''Bu hafta'' başlığı attığıma göre sanırım bu hafta neler olduğunu anlatmaya çalışacağım demektir...[Galiba giriş paragrafı bitmeden unuttum maksadımı :D] Bu hafta, sevindim, üzüldüm şaşırdım, utandım, güldüm, aksırdım, tıksırdım falan fıstık sayın okuyucum. Biliyorum çok şaşırttı bu seni ama böyle oldu... Bu hafta ilgimi çeken birçok olay oldu. Paşa'nın ilginç hikayelerini dinledim, lay lay lay.

Yahu unuttum galiba :S. En iyisi az önce radyo'da duyduğum şeyi buraya not edip sonlandırayım bu yazıyı;
  • ''Son zamanlarda toplumda görülen en yaygın davranış Kurtlar Vadisini izledikten sonra kendini Polat Gibi hissetmeleriymiş... TV programlarının insanlar üzerinde böyle bir etkisi varmış... Düşünsenize insanların hepsinde böyle bir özellik olduğunu! Çeşit çeşit dizi var tv'lerde... Mesela kendini Şehrazat gibi hissedenleri düşünsenize...'' Bunu duyunca aklıma ilk bizim RTE geldi, aacaba kendisi hangi filmleri, dizileri izliyor? Dünyayı Kurtaran Adam? Yada Avrupa Yakası[sayın arkadaşım, evet sen; kendini şimdi nasıl hissediyorsun? :D]
Hımm neredeyse unutuyordum bunu... Bu arada Feysbuk'a dahil ettim kendimi... Ortak bir arkadaşın davetiyesiyle haberdar olup; önce Sedat, sonra Turgut'tan vasat not raporunu aldıktan sonra kendime bir hesap açtım. Bunda Radikal yazarlarından M. Serdar Kuzuloğlu'nun yazılarından meraklanmam etkilidir, belirtmeden edemeyeceğim.

Feysbuk çok garip bir ortam. Gerçekten arkadaşım olanların hakkını saklı tutaraktan, kısa günde selam verip sohbet edecek konu bulamayacağım tipler eklemek istiyor.
Kimisini gaflete düşüp ekliyorum; eklediğinde belki birşeyler yazıp genelde hiçbirşey yazmadan yeni kişilere yöneliyorlar. Sanırım birilerinin ego'larında bazı kusurlar var, ben sosyalim, süper sosyalim falan filan... acayip bir ''friend list''leri var; helal olsun dedirtiyorlar... Bir de feysbuk'un aracı olduğu bir rahatsızlığım var; söylemek istediklerim, bilmeyerek yaptığımdan dolayı -ne kadar benim suçum-terbiyesizliğim olmasa da- özür dilemek istediklerim ekliyor. Bunu da kısa zamanda çözebilirsem ne mutlu bana ki Mayıs'tan önce çözeblecek uygun ortamı bulacağımı sanmıyorum :S. Bu seferlik bu kadar hatırlayınca yazarım sanırım esas kısmıda...

Tunç

Salı, Ekim 02, 2007

Bir Peri Masalı

Yok artık diyorsunuz değil mi? Yapmaz bu kadarını; gecenin bu saatinde tutuşmamıştır bir masal için Tunç... Yoksa tutuşur mu dersiniz? Neyse konumuza dönelim, başlığın bir Peri Masalı olduğuna bakmayın, aslında bir kabus, bu günlerde De Ja Vu sunu yaşadığımız türden birşey...

Bu yazıda birkaç gün önce tekrardan okuyacağım dediğim kitaplardan birini okuduğumu ve ondan çıkardığım notları sizlere sunmak için ne kadar kıpır kıpır olduğumu gösteriyorum... Aslında yazıyla aynı tarih gününde öğleden sonra dersim var, ama varsın olsun bu bünye uykusuz kalsın, uykudan daha gerekli şu anda bunu yapmak nede olsa...

Bir Peri Masalı; Hayvan Çiftliği, George Orwell.

Önce kısaca Sunuşla başlarsak; bizlere önce Eric Arthur Blair(Tony ile akraba mıdır?)'in tarihsel olaylar karşısında ne kadar tarafsız kalabileceği ilginç hikayelerle sunuluyor [Celal Üster çevirisinde tabii ki :)]. Sunuşta ayrıca ''İki ucu bir yergi mızrak'' sözü de kitapta en baştan ilginç deyimler, kelime kullanımları arama heyecanınızı ortaya çıkıyor... Halide Edip çevirisinden alıntılarla ''Orwell bilerek yada bilmeyerek, herhangi bir idarenin nizam ve kanundan ayrılınca nasıl bir afete yakalandığını resmetmiştir'' diyor... Bu çok önemli bir nokta... birilerinin nizam ve kanunlarla sürekli oynamasının da bir toplumda afete yol açacağını hatırlatarak niyetimi belli edebilirim sanırım... Ayrıca daha kitapta Sunuşta ''Özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük değerli olduğu ölçüde kırılgandırda!'' sözüyle kitabın konusuyla alakalı veya alakasız koşullar için kullanılabilecek bir öğütte görülebiliyor... Kitap için özetle Jonathan Swift'ten Aldous Huxley'e[Cesur Yeni Dünya, O kitapta tekrar okunacak!] uzanan bir yelpazenin parçalarındandır diye bir tanımlama yapılıyor... Son olarak başta söylediğim gibi; Korkunç sonla biten Bir Peri Masalı olduğu hatırlatılıyor...

Kitapta ilginç olaylar dizgisi, tarihte gerçek kişilerle çeşitli kademelerde çeşitli hayvanlar üzerinden bizlere canlandırılıyor. Bu hayvanlardan birisi '' Eşşekler uzun yaşar, hiç ölmüş bir eşşek gördünüz mü?'' gibi garip ama yerinde çok değerli bir sözü bize dillendiriyor... Cevap verilmek istenmeyen bir soruya karşı kullanılacak bir cevap...

Olaylar içerisinde bana eski birşeyleri hatırlatan bazı kısımlarda var... Örneğin, Pinchfield Çiftliğinden; Hayvan Çiftliğinde Yamyamlık, H.Ç.'de İşkence ve H.Ç.'de ''mallık'' olduğu gibi söylentiler yayıldığı dile getiriliyor... Bu bahsedilen durumları orta okul yıllarımdayken bir tenefüs muhabbetinde de duymuştum. İdeolojiler hakkında hiçbir bilgisi olmayan tipler, sağdan soldan duyduklarıyla bazı kelimelerle kendi inandığını övüp bir diğerini yargılıyordu... Mallık ise bir cinsiyeti diğerinin yönetiminde bir hayvan türü gibi gördüğünü simgeliyor, okursanız anlayacaksınız kesinlikle... Bu arada H.Ç.[kırmızı] dışında adı sıkça geçen 2 çiftlik var bunlardan Pinchfield sanırım Yeşilleri, Foxwood Çiftliği ise Mavi'leri temsil ediyor... Bu konuda bir yazı görmedim ama Alaska ve Sahte Para olaylarını eşleştirdim kendimce :).

Bazı ilginç olayları cümle cümle yazacağım bundan sonra, böylece dikkatimi çeken kısımları belirtip çabucak son söyleyeceğime geleceğim...
  • Molie'nin kurallara uymayışı, düzeni kabul etmeyip kesme şeker ve kurdeleler için alıştığı düzeni seçmesi...
  • ''Yeldeğirmeni olsada olmasada şu kötü hayatımda değişecek hiçbirşey olmayacak...''
  • Napoleon; Savunma, Silah... Snowball; Başka yerlerde propaganda-ayaklanma
  • Snowball 9 köpek yavrusu tarafından kovalanıyor, kovuluyor... [*]
  • Koyunlar; 4 ayak iyi, 2 ayak kötü, sonra... ''??''. Sürü psikolojisi tanımına olay içinde örnek görebiliyorsunuz bu durumda :). Bunu göz önüne alıp bazı olaylara bakarsak sanırım daha anlamış oluruz, Neyse durmak yok yazmaya devam...
  • 4 Domuz sürekli birşeyler söyleyecek olup birşeylerden korkup susuyor. Sende okurken kendini bu 4 domuzdan farklı sayıyor musun? Yoksa [*]'daki gibi 10'uncu köye gitse de birşeyler yapıyor musun?
  • ''Boxer daha da çok çalışacağım'' diyor burada bir şümşek çaktı bende; idealistlik, biraz saflık, biraz salaklık, biraz fedakarlık; ''kimler için, neler için?'' dedirtti...
  • ''Halka hizmet etmenin mutluluğu ve onuru'' yakın zamanda birisi ne demişti? yok böyle birşey, onlar aldatmaca sen kendi işine bak! bunu hatırlattı bana, size de ideallerinizi ve idealistliğinizi sorgulatacaktır eminim... Bulutsuzluk Özleminin bir şarkısındaki gibi; Bunun İçin mi Geldin Dünyaya dedirtiyor...
  • Toplumsal hafızaya bir eleştiri olarak; Squealar'ın bazı ürünlerin %200 bazılarının %300 arttığını söylediğinde emin olmasalar bile inanmaları... TV röportajları oluyor; Pazarda bir teyze ''Pahalılık fazla, geçinemiyoruz...'' diyor bir ekonomi programında ise çeşit çeşit Squealar'lar...
  • Topallaya topallaya avluya gittiğinde yaşlandığını hissetti... Artık uyanma söz konusuydu ama tam anlamıyla bir uyanma değildi bu; Zafer içinde kaybedilenler farkediliyordu!
  • Squealar'ın boya ve merdiven ile yakalanması... Bu kısımı okurken kendimi eşşek [Benjamin yani :)] gibi hissettim. Birçok şeyi görüp içime attığımı anımsayıp bununla benzeştirdim. Bu ana kadar kendimi Boxer'a benzetiyordum ama sanırım At değil, Eşşek mişim![Bu aralar kendimi olmadığım şeyler olarak görmek normal gelmeye başladı, acı mı mutluluk mu bilemiyorum.]
  • 04.55, 02.10.2007
İşte bu kadar, son olarak söylemek istediğim ise şimdi geliyor... ''Hayvan Çiftliğini Okuyun. Biraz Politikayla ilişkilendirin... Domuzların yerine koyun birilerini ve tabii ki kendinizi, sonrada Benjamin'in, Boxer'ın yerine koyun kendinizi... O zaman daha da seveceğim sizi!!! ''

Bu kitap oldukça faydalı bir kitap, bundan sonra 1984, daha sonra da Cesur Yeni Dünya'yı okuyun... Hayvan Çiftliğini okurken Pink Floyd'dan Animal, Cesur Yeni Dünya'yı okurken Iron Maiden'den Brave New World'ü dinleyin... Ne de olsa bu albümlerde bahsedilen kitapların izi var...

Tunç

Kitap; İstanbul Sende Kalsın

Bu yazı aslında bir önceki gerekir isimli başlıkta sondaydı... Ancak daha sonra karar verdiğim kadarıyla bu kitabın ayrıca bahsedilmesi gerekiyor... O yüzden burada ayrıca yazmaya karar verdim... Ne de olsa bir okuyucumun farkına varıp belirttiği gibi ''gerek''siz olmuştu :D. Bir önceki yazıda sonlandığı gibi burada başlamak en doğrusu olur sanırım... Eski halini daha çok beğenenlerin bu kısımdan sonrasını Gerekir başlıklı gönderiye ekleyerek okuması recaaa olunur... Saygılarımla;

...Kitap İlhan Eksen tarafından yazılmıştı, adı İstanbul Sende Kalsın olarak seçilmişti...

Kitabın konusu İstanbul'un ''Kozmopolit'' yapısının bozulmadığı zamanlardan... [eskiden çok duyardık, herkesin ağzı, kulağ alışkındı... artık o kadar duyulmuyor; demek ki insanların ''alışkanlıklarından da beter'' derecede bozulmuş bu durum...] Kıbrıs Harekatının olduğu dönemlerde birisi Rum, diğeri Türk iki gencin birbiriyle ilişkisi üzerinden biraz Kıbrıs Harekatı'nı, biraz bugünlerde türban için sıkça dile getirilen Mahalle Baskısı denen olayı, birazda hiç alakadar olmak istemediği konularda insanın kendi ile nasıl çelişebileceği konusunda sunumlar yapıyor...

Kitaptan alıntılayıp koyabileceğim çok şey var ama nette vs arayınca göreceğiniz ilk şey Konstantinos Kavafis ile ilgili olan kısım olduğundan onu koymuyorum. Birde o kadar hızlı okudum ki arada durup kalemi elime alacak kadar ara bile vermedim diyebilirim... Sanki abimin kitabıymış gibi hiçbirşey çizmeden okudum... Buraya yazmayıp Kavafis ile ilgili kısımdan bahsetmemin sebebi ise bence var olan ilginçlik... Dediğim gibi acaba yurt dışında yaşayabilir miyim dediğim bir zamanda bunu gördüğümden hep aklımda vatan hasreti üzerine birşey vardı ancak daha sonra başka türlü bir içerik içinden buna en falza ufacık bir gönderme yaptığını farkettim. İşin iç yüzünü görünce neredeyse ağlayacaktım, kendimden korktum! :) Diğer vurgulayacağım kısımlar ise şöyle;
  • ''Baktılar ada[Kıbrıs!] kızıllara gidiyor, Albaylar[Makarios vs] anlaştı Amerikayla, sizin askerler müdahele etti Paylaştılar...''
  • ''Uğruna değil ölümü, dayak yemeyi bile göze alacağım bir düşünceye ideolojiye sahip olmadım.'' Korkaklık itirafı gibi gözükebilir, ama hiçbir düşüncenin fanatiği olmadığını itiraf etmenin iyi bir yolu... Tabi nasıl bir konuda kullanıldığını görmek için okumak şart.
  • ''Hayal ettiklerini yaşayamayanlar ve bu yaşadıklarını hayal bile edemeyenlerin yolları bu handa kesişmişti.'' 3 gencin o dönemde Bursla Rusya'ya okumak istemeye gitmek istemesiyle oluşan diğer bir olay dizisiyle ilgili bir yorum... Söz tek başına çok anlamlı...
Birde bunlara ek olarak kitapta görüp Ekşisözlük aracılığıyla geçici olarak giderdiğim ''Peki kimmiş bu Kavafis?'' sorusunun cevabı için bir kitap öğrendim... Adam yayınlarından 1982 yılında çıkan Cevat Çapan çeviri ve derlemesi olan Kavafis'ten 40 Şiir kitabı... Kitabı okursanız sizinde bu şair'i içten içe merak edeceğinize inanıyorum...

*Eğer eski halinde okumak istiyorsanız; Gerekir Başlıklı gönderiye dönebilirsiniz...

Tunç

Pazartesi, Ekim 01, 2007

Gerekir!

Kaç gün geçti hatırlamıyorum[3-4 gün olmamış, daha uzun süre yazmadığımda olmuştu...] ama bloguma bu haftada birşeyler yazmam gerek diye düşünüyorum... Zaten Eylül ayının son günlerini ve Ekim ayından beklentilerimi dile getirmek te çok beklenmedik birşey olmasa gerek... Kitap okudum, gezdim, ders çalıştım, temizlik yaptım vs, vs... Gelelim ayrıntılara...

Eylül ayı benim için yine dolu geçti; daha önce benzerini yaşamadığım olaylar olmadı ama iyi kötü birçok olayı gördüm gördünüz, gördük... Klibiydi, Malezyasıydı oldukça garip olaylar gündemi meşgul etti... Ülkede var olan garip durum bana tekrardan Hayvan Ciftliği ve 1984 isimli George Orwell ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sını okumam gerektiğini düşündürdü... Sanırım kafamda ve rafımda olan İstanbul Adaları isimli Gustave Schulumberger kitabı biraz daha bekleyecek... Bence adanın tam'da mevsimi geldi oysa...

Son zamanlarda yaptığım bir diğer iş ise bolca gezmek oldu; bu sefer bu gezilerin içine C.tesi günü Engin ile birlikte bir B.ada gezisi ekledik... Fotograflarından seçmeleri Flickr'a yüklediğim bu etkinlikte Engin kardeşimle beraber gezdik, Mavimarmara moturu biletçisiyle tartıştık, piknik vs yapanların, çevremizde dolananların dedikodusunu yaptık vs vs... Tabii birsürü de güzel kız gördük... Özellikle kimi hanımların da bisiklete binebildiğini, hatta erkek gibi değil kendi gibi binebildiğini görünce oldukça umut aşılandık... Memleketteki etek giymeyi unutan, hatta hiç bilmeyen hatunlardan başkaları da olduğunu görebilmek, hemde bisiklete böyle bindiklerini görmek güzel geldi... Bu arada bir not; Hanım kızımız oldukça edepli ve ferah şekilde binebiliyordu bisiklete, sakın kimse hakkımda olmadığım gibi düşünmesin! bunu da sizin anlayışınıza ne kadar güvensemde belirtmek gerekir... Ancak bu görüntüyü ada dışında görmek pek mümkün değil sanırım...

Bu son günlerde bir de garip şekilde ders çalışmaya çalıştım... Çoğunda gece 3'e, 5'e kadar uyuyamadığımdan, yatakta sürekli dönüp durduğumdan baygın düşene kadar bari birşeyler okuyayım deyip ders notlarına vs baktım... İneklemek değil bu elbette, ama bunu ineklemeye götürebilmek için bazı düzenlemelerde yaptım... Cumartesi günü B.ada turu yaptıktan sonra Pazar gününe dinlenmem gerekiyordu... Sıcakta bisiklete bindikten sonra ne kadar az binip az efor sarfemiş olsam da canım yatmak, evden fazla çıkmamak istiyordu... Bende fotoları vs düzenledim blog'a yazabilecek şeyler düşündüm ve abim ile odamı değiştirdim... O da bir sonraki paragrafta anlatılıyor...

Çalışma masasının sığdığı[yani bulunduğu] odaya geçip daha fazla ders çalışmayı kafama koydum... Bu oda geçişi sırasında uzun süredir görmediğim ve gün yüzü görmeyen giysilerimi görmüş oldum... Sanırım çok düzensizmişim... Dolapta biryerlere karışmış taşlarım, kitaplarım, bazı garip cisimler vs hepsi bir şekilde ortaya çıktılar... Artık daha düzgün yerlerde tutuyorum kendilerini... Bence gereksiz bir paragraf oldu budemek geliyor içimden ama acaba nedenini anlayan çıkar mı?

Son olarak okuduğum bir kitaptan bahsetmek kaldı, bununla da bu yazıyı sonlandıracağım. Okuduğum kitap bana çok ilginç bir şekilde kendini gösterdi... Önce Cumhuriyet Gazetesinin kitap ekinde bir köşe'de gözüktü gözüme; ''adı'' ilgimi çekti. Daha sonra internette bakınırken, ablamın cesaretlendirmesi sonucunda ''acaba yurt dışında yaşayabilir miyim?'' sorusunu kendime sorduğum dönemde tekrar karşıma çıktı... Konstantinos Kavafis'i araştırıp, kimmiş bir öğreneyim dedirtti bana... [Hatta bir dönem belki bilen seven vardır diye MSN'de adım yerine yazıp ilgi bekledim ama listemdeki herkes bu konuda oldukça cahilmiş... Cahil dedikte küçük görme vs anlaşılmasın benim gibi :).] Daha sonra ise bir kitapçı'da Heyecansal Kontrol isimli kitabı ararken aklıma geldi ve soruverdim. Raflarda son kalan kitap olması ve aradığım kitabı bulamamamın gazıyla ''boş dönmeyeyim bari'' bahanesini de ekleyip alıverdim... Dürüst olmak gerekirse; ben bile ''aslında diğer kitaplar bahane, kendime bile itiraf edemediğim bir merak kavuruyordu içimi ve böyle bir rastlantılar dizisinin oluşmasına meydan verdim, yoksa bu kadar hatırlamak ne mümkün'' diyorum... Kitap İlhan Eksen tarafından yazılmıştı, adı İstanbul Sende Kalsın olarak seçilmişti...

***
Burada olan parça bir sonraki gönderide kitap özelinde oldugundan ayrılmıştır... İsteyen katar, okur... Orada anlatılanlarda bu hafta dahilinde olanlardan çünkü :)
***

Bu arada tam yazıyı bitirirken aklıma geldi, bu hafta Sinyal'de çok özlü bir söz duydum; ''Causality'' yani nedenselliği anlatırken doğru veya yanlış bir tanımlama yaparak ''Bugün söyleyeceklerim yarın öğreneceklerime bağlıysa; birşey söyleyemem'' dedi. Ben çok beğendim bu sözü... Artık Argun Hoca'nın sözüne daha fazla değer vereceğim... Bunu da buraya not etmem gerekiyor bence...

Tunç

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Gazete...

Aslında sevmem doğan grubu yayınlarını, almam, okumam, vs... ama mozilla'yla birlikte gelen haberler eklentisi sebebiyle hergün Radikal'in internet sitesinde çıkan haberlere bakar oldum... [Ben hala inanamıyorum bu işi buraya yazı yazacak kadar ileriye götürdüğüme...] Bazı günler haberlerin köşe yazılarının hepisini incik boncuk okuyorum, bazen de özensizce göz gezdirip yarım yamalak okuyorum... Bunların içinde beğenip ''çeşitli yollarla'' insanlara tavsiye ettiğim haberlerde oluyor tabii ki... [link gönderimi, msn kişisel ileti muhabbetinden yararlanmalar, konuşmalarda dile getirmeler vs...]

Radikalin sitesinde bu kadar yazmama sebep olan bir ilginçlik var tabii ki; Özlü söz köşesi... bazen çok gereksiz yazılar çıkarken bazende insanı bolca güldürebilecek yazı çıkıyor... Bunlardan hoşuma giden bir tanesi işte karşınızda... Sizlere de haberlere bakarken arada bu tür yazılara dikkat etmenizi tavsiye ederim... Ancak eğer unutup bir sonraki habere tıklarsam sayfa yüklenene kadar kısa bir parçasını okuyup gerisini merak eder halde kaldığım çok oluyor... Bu durumun başınıza gelmemesi için bir denetim sistemi oluşturmanızı tavsiye ederim... Bazen gerçekten merak içinde kalabiliyorsunuz...[işte sonrasında bu tür yazılar yazar olursunuz ne bilim :)]


ÖZLÜ SÖZ #406
"Tuna Kiremitçi ile aynı dergide yazmak kolay değil.
İnsan ister istemez 'tasvirli' düşünmek zorunda kalıyor. Tuna'nın işi de zor biliyor musunuz? 'Adam yataktan kalktı,' diyecek. Ohooo... Oraya gelene kadar, adam rüyadan uyanıyor, gözünü açıyor, yarım simit susamı kadar büyüklükte fırından yeni çıktığı belli çapağıyla dans ediyor, geniş alnına düşen kestane rengi saçlarını eliyle geriye tarıyor, sol eliyle patlayacak haldeki sidik torbasını avuçlayıp, hafif bırakıyor... Ay, durun şiştim, ben en iyisi işi uzmanına bırakıp bildiğim işe, reklam analizine geçeyim."
Ali Atıf Bir, Tempo'da kendi tek sayfasına karşılık, Tuna Kiremitçi'ye verilen iki sayfayı yılmadan eleştirmeyi sürdürüyor.


Bu paragrafa kısa bir not daha olsun, siz üsttekiyle birleştirirsiniz bu garibimi... Bu arada bu özlü sözlerden bazıları çok kısa bazıları çok uzun oluyor... Kısa olanlarda belki sorun olmuyor ama uzun olanlarda nedense sözün de yorumunda bir kısmı okunamıyor... Sanırım bu da bir mozilla marifeti...

Radikal gazetesini okurken tabii ki bazı haberlere[veya yorumlara] dikkat edip başkalarının da dikkat etmesini de istiyorum... Hatta dediğim gibi çeşitli yollarla bunları insanlara duyuruyorum, okutuyorum... Bir yol da burası olsun dedim... İşte bir köşe yazısı... Türker Alkan'ı ve İsmet Berkan'ı birkaç yazı oldu, takip ediyorum. İsmet Berkan'a ne kadar beğenisiz isem, Türker Alkan'a da o kadar beğeniyle bakıyorum... Bir Türker Alkan köşe yazısı...[ben bunu buraya yazmadan önce sadece 1004 kişi okumuştu, bence gazetede okuyanlarla birlikte toplasam 5.ooo etmez... 70 milyonluk bir ülkede bu sayı az değil mi... Bakalım bu yaptığımın ne kadar etkisi olacak...] Buyurun okuyun... [Bu mübarek ayda yazımızı ''oku'' ile başlatamadık ama oku ile bitirelim değil mi? Belki bir sevabı olur bu garibe... (: ]

Tunç

[Yok, yook unutmadım... Link şimdi...]

Pazar, Eylül 23, 2007

Nar Çilek'im...

Bugünden başlamam gerek çalışmaya, bu dönem bütün derslerin notlarının yüksek gelmesi şart... O sebeple aklıma ilk gelen işten giriştim birşeyler yapmaya... Tabii ki Yer Fiziği(Y.L.)[dersin benim için adı budur, ne gerçek adını bildiğimden ne de bilmeye gerek duyduğumdan böyle yapıyorum...] dersiyle ilgili birkaç şey aradım bu arada... Okuduklarım, bir daha bakmaya gerek duyarım dediklerim buraya not ediliyor... İş bittiğinde, başı ile sonu arasında ne kadar ilişki olacak merak ediyorum... Sürekli işlerimin ortasında veya sonuna doğru ''...şöyle birşey vardı...'' deyip bu tür ön çalışmalarda okuduklarımdan rahat görmediğinden bu sefer eşşeğimi sağlam kazığa bağlıyorum...

Kıntinentıl kırast ile ilgili olanlar bunlar...[ing. sunumda nereden çıktı...]
Mylonite ve Xenotih ile ilgili linkler bunlar...
işte şimdilik bu kadarlar...

Birde işe yarar bir link olarak;
Başlık ise yeni çalışma arkadaşımın bana söylettiği birşey... Bütün bu aramalar, okumalar vs. yapılırken hep yakınımda ve destekçim oldu kendisi... Ders çalışırken yanımda olmasıyla birlikte, cezbedici kokusu, dudakta ve dilde bıraktığı tadı ve getirdiği rahatlığı dile getirmemek ayıp olur diye düşünüyorum. Doğa sever olduğunu bildiğim ve dağlara gittiğine bizzat şahit olduğum birisidir kendisi... Daha iyi tanıyıp, alışıncaya, hakkındaki ayrıntılardan emin oluncaya kadar ilgilileri biraz bekleteceğim... Sabredemeyenlerinize ise bir link... [O kadar beğendim ki bir reklam yapmazsam ayıp olur.]

Tunç

İlk Hafta...

Yüksek lisans macerasının ikinci döneminin ilk haftasını atlatmış birisi olarak bu yazıyı yazıyorum. İlk hafta itibariyle kafamda kararsızlıklar hala çözülmüş değil, ne yapsam, nasıl etsem diye düşünüp sağa sola sorup duruyorum... Arada bir durup kendimi de dinliyorum ama geçen dönem gibi hüsrana yol açmasını istemediğim için kendimi dinleme terazisini biraz kısıyorum... Bu aralar yüksek lisans derslerinin seçimi, Lab. programı düzenlemesi, Y.L. sonrası ''pilan-pororamı'' vs derken çeşit çeşit karar verme aşamasında kararsızlık içinde kalıyorum...

Yüksek lisans derslerinin durumu benim için ne yazık ki biraz üşengeçliğimden dolayı hüsran oldu... Dersler başlamadan, ilan edilir edilmez hocalarla konusup programı ayarlamak varken şimdi büyük bir kaos'a bırakmış durumdayım... Bu kaos yüzünden -başka nedenleride olmakla beraber- bazı dersleri bırakıp yerine ders bulma durumuna düştüm ya da Lab.'lar oldukça yavaş ilerleyecek... Bu ders bulma işleminin samanlıkta iğne aramaktan beter olduğunu not etmekte fayda var... Zaten 4 ders seçme gibi bir zorunluluğum varken birde bunların yanına lab. eklenmesi iyice robota baglamamı gerektirecek gibi geliyor... Konuştuğum herkeslerde bunun böyle olacağı konusunda ne kadar haklı olduğumu söyleyip bu fikrimi destekliyorlar... Başka şey bulamadınız mı leyn :D.

Y.L.'ın bir diğer meselesi de Lab. işlerinin ayarlanması... Aslında olayın acemisi olduğumdan dolayı biraz üşeniyorum bu konuda ama aynı zamanda oldukça heyecanlıyım, çabucak olsun, öğreneyim şu işi iyice ve çabucak bitsin, çıksın aradan istiyorum... Arazide topladığımız numunelerin veriye dönüşmesini heyecanla bekliyorum... Böyle bir olayı yapmış olmanın bana mesleki ve diğer konularda daha da güven ve cesaret vereceğini düşünüyorum... Haksız olduğumu söylemek kimsenin harcı değil gibi geliyor bana...

Birde Y.L. sonrası neler yapılacağı konusu aklımı kurcalıyor... P.M.ya devam etmeli mi? daha da önemlisi ülkemiz şartlarında bu konuda etkin bir şekilde üretim yapılabilir mi? Peki yurt dışında bu işler ne durumda? Kafamdaki ''bol adalı'' doktora konusunu gerçekleştirmek için Mesut'un tavsiye ettiği Erasmustaki Yerbilimleri ögrencisi kabul eden okullar ne kadar yararlı olur? Peki ya ablamın söylediği okullarda bir doktora çıkar mı bu garibe? ... Hepsi kapalı kutu ve zamanı gelmedikçe açılmayacaklar gibi duruyor... Bir de hala aklımın ve gönlümün bir köşesinde yer yapan T. MAM. var...

İşte kafamda böyle sorunsallar yüzüp duruyor... Bunun üzerine Armutlu turundan bu yana [1 ay olmuş!] yarım saatten fazla bisiklete binememem de eklenince bir hayli düzensiz olduğum söylenebilir... Derslerin başlaması ve çalışma düzeni kurabilmek umarım acısız olur... Şimdilik böyle... Yarın'da boş geçen bugünün bir yazısı gelirse şaşmayacağım :)

Tunç

Pazar, Eylül 16, 2007

Belkıs Özener, Sahibinin Sesinden...

Hani bir ses var, bütün Yeşilçam şarkılarında onun sesi kimi zaman Filiz Akın, kimi zaman Hülya Koçyiğit, kimi zaman Selda Alkor'un sesiymiş gibi sahnede olur... Ama o ses duyulunca akıllara en çok Türkan Şoray gelir... O sesin gerçek sahibi Belkıs Özener.

Yukarıda bahsi geçen şarkılar Sahibinin Sesinden albümünde
asıl halleriyle ve hatta yer yerde replikleriyle vs alınıp biz dinleyicilere sunulmuş... Dinlemeye fazlasıyla değer... Acayip keyif yapıyor, eğlendiriyor ben gibi insancıkları... Oy Oy Azize, Tamba Tumba ve Karakolda Ayna Var pek bi oynatıyor insanı :D.

Ancak bundan sonra asıl açıklamalı nedeni yer yer aralarda olacak şekilde birkaç seçme şarkı adıyla biraz cevap, biraz dokundurmaya gayret edeceğim... Fazla düşünmeden yazılmış, her an kıvırmaya açık olan bir yazıyı eleştireceğim... [başlıyor eleştiriler...] Bu yazıyı okuyan siz güzel insanlara tavsiyem özetle; gerçekten söylediklerinizin doğruluğuna inanmıyorsanız veya söylemeye cesaret edemiyorsanız ima bile etmeyin, ya da dogru-dürüst, açıkça ilan etme zahmetine girin, olur mu! Eğer topuzun kantarı ağır kaçarsa şimdiden affola, dedim ya eleştireceğim, niyet biraz dokundurmak, biraz ders vermek...

---
Albümden bahsidiciktim diğil mi? Bugün Taksimlerde, Beyoğlularda, İstiklallerde ''birileriyle''[1. bunu söyleyip öyle şarkı sözlerini kullanırdım mesela ben] gezdim. Birde albüm aldım bunun üzerine... Özellikle albümdeki birkaç şarkı benim için ayrı bir etkiye sahip bu aralar... Önem sıralarına göre olmasada altta bunlar belirtiliyor... İsteyen zaten şarkı listesini netten bulabileceği için burada hepsini vermeye gerek görmüyorum, çok ısrar ederseniz alın buradan bir albüm eleştirisi... [burada yine belirteyim ne böyle ne de aşşağıdan anlatılanların aksini düşünmüyorum hatta düşünmüyorum bile diyebilirim... tekrardan hatırlatayım; bir amacı var...] Dinledikçe düşüncelere, zaman zaman güzel, zaman zaman acı anılara dalıyorum...[2.burada Fırrrk! yazmak uygun olabilir... :D] Az çok bu şehrin yosun kokan masmavi sahillerini hatırlatsada güneş yeniden doğar sevgili dostlarım... [ 3. + falan fıstık... pek bi süsleyemedim, taklit iş olunca böyle oldu da :D, affola...]

İlk şarkımız, ikinci şarkımız ve üçüncü şarkımız seçildi ama böyle bırakmıyoruz, hemen altlarında kısa kısa açıklıyoruz, çünkü bizim müessesemizde kolaycılık yapmak, bazı şeylerden sıyırmaya kaytarmaya çalışmak yoktur... Çuvaldızı birisine batıracaksak kendimize de en azından iğneyi batırmayı biliyoruz... buyrun dalın maviliklere... İğne Çuvaldız muhabbetiyle ne demek istediğimiz en sonda anlaşılacaktır elbet...[bu paragraf 4.]
  • İçin için yanıyor'un seçilmesi şu sözlerle kolayca açıklanabilir;
''Açık yeşildi gözü/Güneş gibiydi yüzü/O çok güzeldi ama/Yalancının biriydi...''
  • Çile şarkısı için çok konuşmaya gerek yok... ''...ömrüm geçmiş boş yere...'' diyor ya... orada boş yerine yalan yazsak tarif tamamlanmış olur...
  • Bir de Oyun Bitti var tabii ki... Bu şarkıyı birçok kişinin sesinden dinlemişizdir ancak sahibinin sesinden ayrı bir güzel oluyor... İçeriğinde çok güzel dokunduracak yerler seçebilirim ancak adıyla yetinmekte güzel...[5.] Hatta biraz trip takılıp ''oyuncek değilim ulen beyn'' bile denebilir sonuna [bunu kullanmayı düşünen bir bayan varsa ''oyuncak değilim ben tamam mı ühühühü'' demesi tavsiye edilir...]...
---

[6.Genel Tekrar + konklujın :) ] Neyse işte, aslında bir albüm seçip çok güzel, pek özel, artı falan fıstık deyip daha sonrada şu şarkıda başka, bu şarkıda şöyle böyle demenin ne kadar kolay olduğunu gösterme gayretindeyim... Ama azda olsa üsteki gibi 2 söz seçmek için eğilseydi birileri seçtiği şarkılarda benim gördüğüm bazı şeyler görürlerdi... Özellikle de bir şarkı seçerken içinde ''..sanki hiç aldatmamışsın gibi...'' veya ''... nasıl inanırım sana ...'' gibi bazı replikler varsa mevcut durumda ben dikkat ederdim... Hem suçlu hem güçlü olmaya çalışmazdım... Daha kibar bir şekilde söylemem istenirse ''ava giderken avlanmazdım...'' demekteyim, bilmem anlatabildim mi?

En derin saygılarımla,
Tunç
''Doğru Dürüst'' başlıklı bir yazı yazmak geldi aklıma...

Cumartesi, Eylül 15, 2007

Özrü Kabahatinden Beter...

Hayatta hoşunuza gitmeyen davranışlar vardır... Bunlar başınıza geldiğinde bir özür beklersiniz... Gözünüzün içine bakılıp, içtenlikle yanlış yapılan şeyi tekrar itiraf ederek[neden pişman olduğunuzu belirterek; ki bu var olan durum üzerinde ne kadar düşündüğünüzün göstergesidir] özür dilersiniz. Bu oldukça zor birşeydir... Olmuş birşeyi, ve birde yaptığınıza üzgün olduğunuz birşeyi sonucu geleceği belirsiz olan birşey için tekrar hatırlamak ve kurban etmek gibi bir durumdur. Başarılı olursa ikiside kurtulur, başarısız olursa ikiside elden gider...

Kimisi ise bu çok kolay değil, insanın gururu kırılabilir, vs, vb diyebilir... Ancak ''gururunuzu kıracak şey doğru olduğuna inandığınızdır, bunun için özür dilerseniz kendinize ayıp edersiniz'' demek benim en hakiki görevlerimdendir. Ancak bu özür dilenecek birşey değil deyip hatırınıza geldikçe başınız önünüzde geziyor iseniz bir daha durumu gözden geçirmeniz gerekliliği kendi sağlığınız için iyi olur. Kısacası iyi ''düşünüp'', akılcı davranmak gerekliliği özür dilerken de var olan bir haldir...

Bir de başlıktaki gibi bazı durumlarda özür dilenmesi durumu vardır, sizi rahatsız eder... Yani özür dileme tarzı veya ciddiyetsizce yaptığı şeyden özür dileyecek durumda olması... Düşünsenize bir çocuk acıkmış, sütü peyniri ekmeği dolaptan alıp yumulmuş otoriter ebeveyn'inin sözünü dinlememiş, yemek saatini beklememiş... Annesine haklılığını anlatmak yerine özür dilerse öncelikle kendine karşı kabahatli olur... Özürü kabahatinden beter olur... Yaptığının o zaman için ne kadar gerekli olduğunu bile hatırlamayacak durumda olmak bunu anlatamayacak durumda olmak yazıktır...

Bundan başka, hiç burnunu sokmaması gereken, içini, içeriğini, ayrıntısını bilmediği durumlarda yorumlar yazıp, fikir beyan edip
bütün düşüncesizliğiyle kendini alakası olmayan yerlere katma gibi zamanlarda özür dilemek söz konusu olabilir...[ne koca bir cümle! ben okurken anlamlandıramadım... okuyupta anlayamayan yorum kısmına belirtsin, kişiye özel örnekler vereyim :P] Hiç yapmamanız gereken bir davranışta bulunduysanız bunun özürü yoktur... Düşüncesiziğinizden dolayı özür dilemek sizin düşüncesizliğini tekrar hatırlatmaktan başka hiçbir işe yaramaz... Bu karşınızdakini daha da sinirlendirir; özürü kabahatinden beter olur. vs, vb ...

Bütün çeşitleri, gereklilikleri aklıma gelmiyor ama bir de özürü kabahatinden beter bazı başka davranışlar vardır... İnsanlar arasında laf taşımak, başkalarının meselesini sağa sola reklam edip duyurmak vs... Hiç hoş gelmez bana bu tür davranışlar... Bunu yapanların ise özürüne bir tarif bulamam ama benim tahammülüm yoktur... Bu iş yapıldığında hesap bile sormadan kendilerini dalgaya alırım, benim için hiçbir ciddiyetleri samimiyetleri kalmaz.

Bu üsteki gibi olan davranışı geçen günlerde bana yapan kişi bu blogu bilmiyor[sanırım], ancak onun bu tür davranışı yapmasına aracı olan bir kişinin bu blog'dan haberdar olduğunu tahmin ediyorum... Bunun kendisine ulaşacağını tahmin ediyorum o yüzden; kendilerine bu yaptıklarının ayıp olduğunu söylemekten başka bir tepki vermeyeceğim... Ama içimden sizin için öyle güzel duygular besliyorum ki, aklınız hayaliniz bile almaz, inanamazsınız.

Tunç

Sözler...

Uzun olmuş mu yazmayalı? Yoksa düzenli aralıklarla yazıyor muyum... Bilmiyorum doğrusu, yazıyı gönderdiğimde tarihlerinden bakacağım, karşılaştıracağım... Bundan sonra fazla aralık vermemeyi düşünüyorum... Neden mi? ''... duygularınızı kağıda dökmek sizin daha sakin ve huzurlu hayat sürmenize yardımcı olabilir. Kariyeriniz, aileniz, ev hayvanlarınız veya geleceğe dair hayalleriniz…Ne hakkında olursa olsun yazı yazmayı deneyin.'' diyor bir sitede... Hangisi mi? Gidip göreceksiniz link'ten :). [13 Eylül Tarih'li Günün Önerisi Başlığı... Sayfa hergün değişiyor galiba... Kalıcı linkini blamadım ne yazık ki :).] Zaten yazı yazıyordum ama böyle bir destekleyici yazı görmek iyi oluyor...

Aynı sitede ayrıca uyku düzeni ve piskolojik durumun ilişkisiyle ilgili birkaç bilgi de veriyor... Şu anda uzuun uzun uyuyorum... Ne rüya görüyorum, ne de uykudan keyifle uyanıyorum... Sürekli uyuymayı tercih ediyorum. Sitede de dediği gibi ''Uykularınız düzenliyse genellikle ruh sağlığınız da yerinde demektir. Aşırı uyku ya da uykusuzluk, ruhunuzun derinliklerinde bir sorun olduğunun göstergesidir. Rüyalar ise geleceğinizle değil, geçmişinizin derinlikleriyle ilgilidir.''. Her ne kadar De Ja Vu'lara gerekçe olarak gördüğüm rüyaları düşündüğümden bu geleceğinle değil dediğine inanmasamda...[Aslında bi De Ja Vu'ların listesi ve nedeniyle ilgili bir beyin fırtınası yazısı yazmam lazım ama bazı bilgilerde isim vermesem bile üzülüp, üzeceğimden daha olgun bir zamana daha uygun bir ''konspetle''[:D] diyerekten sonraya bırakmayı tercih ediyorum. Not: Bir ara Bambi'de konsept yazısı da yazmam gerekiyor galiba :D ne dersin paşa?]

Bu aralar neler ettim neler yaptım yazı dizime başlamadan önce başlığa bakıp ne yazmak için burada olduğumu hatırlamakta yarar var. Başlıkta da hisedildiği gibi bu aralar bazı sözlere takıldım... Bazı edebiyat sitelerinde vs. gezdim birkaç şarkı sözü, deyim vs. sonrasında... Sonra orada bazı deyimlere takılıp kendimce yorumlar getirdim... Orjinallerini hatırlayamıyorum ama hala aklımda kalan 2 tane var...

  • Geçmiş geleceğe ''yenilmek'' zorunda... Acısı, tatlısıyla bir his bırakmak kaydıyla!
  • Artık devir değişmiş; şimdi kazığına sağlam ''eşşek'' bağlama devri herhalde...
  • Herşeye sahip olmak isteyen elindekini de kaybediyor... [Bu aslına sadık...]
  • Önemli olan ne dediği değil, ne demek istediğidir. (İçerideki Adam-The Inside Man, Yön: Spike Lee.) [Bir başka Blog'dan seçmeler arasından]

Ayrıca 13 Eylül tarihi itibariyle Belkıs Özener'in Yeşilçam şarkılarını edinmiş bulunuyorum... Şarkılar ''aslına sadık'' şekilde hatta bazı yerlerde üstteki yazılardan birini alıntı yapmama fırsat verecek kadar replikleriyle birlikte sunulmuş durumda... Bu üstteki sözler gibi, bu şarkılarda şu anda kendimi iyi hissetmeme yardımcı oluyor...

Tabii ki bir de o kadar 13 Eylül dedik ya, bir doğum gününü daha atlattık... Normal zamanlarda hiç umursamayan insanların sanki çok birşey yapmış gibi D.G.K. harfleriyle kısaltılacak biçimde samimiyetsiz sözlerini az miktarda alıp atlattık... Fakat, ne yazık ki, bazıları o kadar şuursuz ki işi düşünce olayın üstünden gün geçtikten sonra dahi hatırlatıp bir isteğim vardı yardım eder misin diyorlardı...

Bu aralarşunu not etmekte gerekiyor diye düşünüyorum. Sakin'den Denek Hayatım'ı dinlemekten keyif alıyorum... ''... bu tren devrilir, bağırır bu raylar o sahte, o kart düzene! ...''diyorlar şarkılarında...

Şarkı bana şu anda 275km hıza çıktığı söylenen hızlı tren fikrinin daha önce gösteriş için onlarca insanın hayatına kast etmesine neden? dedirtiyor... Varlığının sebebi de aynı şey... Ankara İstanbul Hızlı Tren seferi ve meydana gelen kaza...

Tunç

Pazartesi, Eylül 10, 2007

Bugün...

Bugün çok güzel birkaç şey yaptım...

Aynı geçtiğimiz hafta sonu yaptığımız gibi... Hafta sonu Volkan İlhan ve Ben kamplı olacak şekilde Ballıya gittik, biraz tırmandık, uğraştık ve Pazar günü Sedat ve Baki abinin katılımıyla Biraz Buzul eğitiminde gördüğümüz Palanga ve Prussikleme ile ilgili biraz çalışma yaptık.... Dürüst olmak gerekirse Pazar günkü program sadece ögleden sonraydı... Akşam kampta kalan ekibin diğer kamp yapan birkaç kişi ile iyice muhabbete dalıp biraz geç yatması sebebiyle pazar günü biraz yarım kalmıştı...

Hafta sonu için aldığımız duyumlara göre İstanbul'da hava biraz bulutlu vs iken Ballı tam tadında, havasındaydı... Bu da Kartal dahi olsa ev civarında yağan sağanak yagmur yüzünden Ballı'ya gitmekten vazgeçmemek gerektiğini hatırlatmalı ilgililere... Ben bu kadar güzel bir havayı bir daha, bir daha görmek isterim vallahi...

Uzun süredir Windows'umu yenilemeyi düşünüyordum... Artık bir Vista kullanıcısıyım ve oldukça beğendim kendisini... Abim, ben hafta sonu evde yokken oluşan boşluğu iyi değerlendirip beni haftalar öncesinden uyara uyara oluşturduğu bir yedekleme politikası sonrasında bilgisayarımı temizleyip Vistayı kurmuş...

Vista kullanım açısından oldukça göze hoş gözüken, eski türevlerine göre oldukça kullanışlı bir yapıya sahip... Belki yavaş oluyor, belki çok üşenilen bir geçiş süreci oluyor ama Vista bence gördüğüm kadarıyla keyifli bir işletim sistemi... Sanki bir Flash oyunu oynar gibi akıcı ve eğlenceli kullanımı var... Resim albümleri, müzik albümleri vs için dosyalama ve dosyaların ikonlanması çok güzel... Tabii bu işin sadece görsel, işitsel kısmı daha taze kullanıcı olarak performans konusunda çok anlamadığımı da kabul ederek birşeyler yazmamayı tercih ediyorum... Ancak XP'den hatırımda kaldığı kadarıyla daha seri çalışan bir durumda...[Vista'nın taze olduğunu da burada göz önünde bulundurmak gerek...]

Neyse işte... Vista yüklenirken bilg.daki birçok dosya da kaybolup[zamanla ortaya çıkacak tabii ki istediklerim; yedeklemeyi unutmadım] gitmiş durumda, ileti geçmişi, alınan dosyalar vs hepsi belli belirsiz yerlere gittiler, iyi de oldu. Bende bu vesile ile bundan sonra arşiv tutmamaya karar verdim... Hatta arada msn listemi de biraz daha* temizledim... Herkese tavsiye ederim, dogru düzgün selam bile yazmayan arada sırada işi düştükçe birşeyler soranlar yüzünden listenizde koskoca kuru bir kalabalık oluyor... Tabii arada bazı arkadaşlarınız selam yazıp, halini ahvalini anlatıp, sorup soruşturup sizi utandırıyorlar ama yapabilecek birşey yok, kurunun yanında yaşı'da arada yakmak gerekiyor...
*[Msn liste temizli 3 ayda bir düzenli yaptığım bir etkinliktir... Sürekli temizlediğim halde temizlemeden temizlemeye listemdeki kişilerin sayısı 1'er 2'şer artıyor... :)]

Bir başka ilginçlik ise Reklamları görememem... Kendi sitemdeki reklamları düzenleyeyim dedim ama baktım ki yaptığım düzenlemeler işe yaramıyor... Sonra baktım ki Turgut'un sitesinde de yok, arama yapayım dedim Araba arattım yine birşey göremedim ve bu ilginçliğe şaştım kaldım... Kısa zamanda düzelmesini umuyorum, ya da eksik olan eklenti neyse kısa sürede keşfetmeyi... Hayırlısıyla olur inşallah... :). Buradan Mühendislerine sesleniyorum demeyi de unutmamak gerek, nerede bu mühendisler, nerede hizmet :P
Yenilenme işlemi sırasında bir sürü kayıtlı link'i de kaybettim ki bu sebeple eğer düzenli takip ettiğim bir sitenin sahibi iseniz kısa bir süre için sizden özür diliyorum... aklımda kaldığı kadarıyla birçok siteye elbette giriyorum ama artık hiçbir link'i elimin altında tutmamaya karar verdim... Böylece masaüstü, Mozilla veya yer yer kullandığım İnternet Explorer kalabalık bir görüntüye sahip olmayacak... Zaten bisiklet ve haberler ve diğer ilgi alanlarıyla ilgili linkler hafızamda kullandıkça yer ediyorlar...

Neyse işte, bu hafta Turgut gibi blog
[http://turgutbaykas.blogspot.com/] yazmaya özendim, şu oldu bu oldu, şöyle oldu böyle oldu, aman iyi oldu tarzı blogculuk yaptım :). Ayrıca Armutlu Y.adasında Gökhan ile birlikte yaptığımız bisiklet turu ile ilgili raporu biraz erteleyip yerine Flickr albümüme[http://www.flickr.com/photos/tunc_demir] Foto-Roman yapmaya karar verdim... İlk Foto(Şekil1: Google Earth yardımıyla rota tanımı) bu olmak kaydı ile 40'ın üstünde seçme foto ile aklıma gelenler ile turu özetledim... Raporuna kadar idare eder herhalde...

Tunç

Cumartesi, Eylül 08, 2007

Geri Dönüşüm...

Geçenlerde Karfur diye okunan alışveriş merkezlerinin Maltepe'deki yerine gittim. Orada plastik kaşık, çatal, bardak vs. gibi aslında benim daha önceleri almış veya edinmiş olduğum ama annemin çöpe layık gördüğü Dağ'da, kamp'ta mutfak malzemesi olarak kullandığım malzemeleri görmeye gitmiştim. Giderken kısa bir minibüs yolculuğu yapmıştım... Bu yolculuk sırasında perdeye asılı bir rozet birkaç gündür aklıma gelip duruyor... Neydi ki? neler anlatıyordu ki ben böyle takılıyorum? Keşke minibüs yerine bisikletimle gitseydim, biraz gezinti olur, 2 zincir hamlesiyle Karfur'un bisiklet parkına koyardım, bu kadar da takılmazdım... değil mi? Yoksa kafamdaki soruların açığa çıkmasında bir sorgu mu oldu bu küçük rozet?

Gördüğüm rozette geri dönüşüm işareti ve pembe renkli, sık sık görmeye alışık olduğumuz bir şekil[aynı zamanda bir organ ama yanlış anlaşılmalara da oldukça açık olabileceğinden bu değerlendirme daha uygun :) malum pornografi kültürü gittikçe yaygınlaşıyor...] vardı... Neyse işte... Benim merak ettiğim o şekilin ifade ettiği şey acaba geri dönüşümlü müydü? İfade edilmek istenen şey bu muydu? Benim açımdan durum neydi? Bu duruma ''geri dönüşüm neydi?'' deyince kendi cevabımı verebiliyorum...

Geri dönüşüm, cam, karton, teneke vs. gibi bazı maddelerin tekrar kullanılabilmesi, çevreye zarar vermeden, daha doğru bir şekilde uzaklaştırma yöntemi olarak aklıma geliyor. Bunun yerine ise çöpe atıp ne olursa olsun, bana ne diyip umursamamak var. Eğer birşeylerin geri dönüşümlü olup olmadığını düşünüceksek bunlardan hangisinin gerçekleştiğine dikkat etmek gerekiyor sanırım...

Kafamda bu garip sorguyu tamamiyle unutmamak ve şimdilikte daha kolay aklımdan çıkarabilmek için en iyi yöntem sanırım buraya not etmek... Şimdilik bu kadar... Biraz dostlarla görüşüp dertleşelim değil mi?

Tunç


07.09.2007'de saat 17.50 civarı bu yazı yollanmıştı, ancak internet probleminden dolayı ancak şimdi yollayabiliyorum... çevirmen notu :P

Cuma, Eylül 07, 2007

MSN'den... Bir Semt

Arasıra msn'den birşeyleri alıp bazen isim değiştirerek bazen de böylece ekliyorum.... Bazen konuştuğum birşey yazmalara sebep oluyor bazen direk konuştuklarım buraya not oluyor... Onlardan biri... Bana birçok şey ifade ediyor, hatırladıkça şu anda yüzümü güldürmese de ileride yüzümü güldüreceğine inanıyorum... Buyurun buradan bakın.

Bu kişiyle tüm konuşma geçmişinizi görüntüle
*
Turgut:
saol ya
Tunç:
sen sagol :D çok erken olmasın olum cidden :D hava kararsın biraz, :)
Turgut:
17:50 ile gelirim o zaman yenikapıya uğruymoş o :6:30 da görüşelim
Tunç:
olum çok erken yok mu bir sonrası?
Turgut:
sonrası geçe kalır, sen geç gel ben kadıköy ün deli kızlarına takılırım
*
Turgut (16:39):
ee tuncum
Tunç (16:39):
ee ee e :D valla nolsun be abi? :D
Turgut (16:40):
demek beni yalnız çekemiyon ha
Tunç (16:41):
:D orada mı kaldın... seni 3 başıma bile çekemem turgut... biraz zayıfla öyle gel... sen agır oturaklı usuturplu adamsın... benim gibi hoppalara zıpırlara uymazsın...
Turgut (16:42):
çakı gibi adamsın niye öle diyon, ayrıca mühendis sin
Tunç (16:42):
sie :D
Turgut (16:42):
ayrıca jeofizik mühendisisin aşağı doğru baktın mı yerin 7 kat altını görürüsün
Tunç (16:44):
o konuda haklısın lan :D ama aşşagı bakmak ayrı seni çekmek ayrı...
Tunç (16:44):
mesela söyle... öbür ucunda ben baglı olsam, atlar mıydın bir buzul catlagına yine de?
Tunç (16:44):
sen kaç kilosun ben kaç kiloyum... :)
Turgut (16:45):
atlardım tabi cehenneme yalnız gitmek istemem, birlikte yanalım demi
Tunç (16:45):
hehohi... bende bıcakta var ama :D hem bilmez misin? çakı gibi adamım... hemde lazer kesimli isviçre çakısı :D
Turgut (16:45):
demek beni ölüme terk edeceksin ha
Tunç (16:46):
terk etmek? bırakıp gideceğim[gitmek yazmakla ortaya çıkıyor asıl ifade etmek istediğim]? atacagım kurtulacagım oglum :D
Turgut (16:46):
dostu düşmanı tanıyoz msn sayesinde
Tunç (16:47):
yaa öyle... dost dediğin msn'den belli olur zaten... sen git sinemalara ugraşla... sonra msn'de 2 tıkırtı yaptık yetmiyor mu? de... yemezler dostum 90*[burnu havada smiley...]
Tunç (16:47):
biz o msn tıkırtılarını kısa günde kaç kişiyle yapıyoruz biliyor musun?
Turgut (16:47):
bilmiyorum kaç
Tunç (16:48):
ohoo 5 diyim sen anla 10 :D
Turgut (16:48):
niye angut muyum ben, 5 i niye 10 anlıyorum
Tunç (16:48):
yok aslında turgutsunda... kafiyeli oldu[çok istiyorsan ki istemiyor tabii ki!] o da olur :D
Tunç (16:49):
bunu yazalım len birimiz bloga güzel bi konusma oldu uzun süredir, yine, ilk defa :) ...[daha bir saçmalık bulamadım galiba eklemeye kesmişim :D]
Turgut (16:50):
yaz kardeşim
Tunç (16:50):
tamam :)
Turgut (16:54):
tuncum 17:50 ye biniyorum, 6:30 da seni kadıköyde görmeyi umut ediyorum
Tunç (16:55):
tamam dedik ya :)
Tunç (16:55):
sen kızlarla takıl diye yine geç kalacağım, belki bir vefalısını bulursunda arkadaşından vs bizde nasipleniriz...
Turgut (16:56):
vefa ne ?
Tunç (16:58):
istanbulda bir semt işte... ne olacak ya?

İşte bu kadar... aslında yazılabilecek bir sürü şey daha geliyor arkasından... Turgut bu konuştukça konuşuyor geveze herif...

Tunç
Daha iyi olamaz mıydı? diye bir şarkı var, aklıma sürekli o geliyor... ''Hani diyor ya; sözü hiç uzatmadan ...'' daha iyi olamaz mıydı?

Salı, Eylül 04, 2007

Risk Alabildiğin Kadar...

Yine Aladağlara, yine Güneyine, bu sefer Kaldı Buzuluna eğitim amacıyla gittik... Bunun sonucunda 28Agst.-02 Eyl 2007 tarihlerinde Buzul eğitimini almış bulunuyorum, göz göre göre bir buzul çatlağına atlayıp altında 20-30 metre görünen, artı görünmeyen ...(?[belirsiz bence]) bir mesafeye daldım, neyse ki arkadaşlarım emniyetteydiler... İnsanın bu kadar güvenebileceği arkadaşları olması çok güzel birşey... Prusikleyip tırmandım istasyon kurulduktan sonra... Bu şekilde bana güvenip buzula atlayan Volkan'a da teşekkür ederim... Buzda, Eğimli Buzulda yürümeyi, İp birliğinde yürümeyi, Buzuldan adam kurtarmayı ve Buzul Tırmanmayı[Top Rope; üstten emniyetli] da tecrübe ettiğimiz bir eğitim 3 güne çok keyifli şekilde yayılmıştı...

Bunun üstüne başka neler oldu neler... Az kalsın dağda güneş çarpmasını tecrübe ediyordum, burnum yandı, kıpkırmızı yüzümde dekor oldu, dudaklarımın kenarı kupkuru oldu, çatladı vs vb... şu anda galiba rezil haldeyim. [Tabii ki fotolar yakında flickr'da olacak :). Link] Bir buzuldan nasıl gürp! diye ses çıktığını çok yakından duyup ''ölücek miyiz len?'' dedim. Hatta bunun üstüne gece vakti inanılmaz bir buzul göçmesi sesiyle uyandık. ''Lem korku filmi gibi bir eğitim'' sözü Devrim tarafından dillendirilip benim tarafından da mevzuya çok uygun görüldü... Tabi bu sesi duyup ertesi sabah yine buzula çıkacak olmak ilk başta baaaayaa bi yusuflatmadı değil :D.[Yusuf neticesinde ve tabii ki ameliyat politikam[DAG'lı arkadaşlardan ögrendiğim Dağ'da Tuvalet Politikasının kibar telaffuzu :).] nedeniyle bağırsaklarımın yeteneklerini tecrübe eden tüm arkadaşlara, ve çadır içinde tecrübe eden Çağlar, Alper ve Volkana özürlerimi iletirim :). Ama aldığım tepkilerden de gururluyum inkar etmiyorum! ehehe :).]

Ayrıca buzul eğitimi ile ilgili diğer arkadaşların değerlendirmelerini okurken bir söz çok hoşuma gitti. ''Risk alabildiğin kadar mutlu olursun, özgürsün!'' Bu söz gerçekten doğruydu. Sonuna ''seni mutlu etmeyen risk kadar da özürlüsün!'' demek dahilinde...

Neyseki beni üzecek riskler alan birisi değilim. Eğer böyle birileri varsa allah kolaylık versin! Ne demişler; insanlar istediğini, emek verdiğini hakeder... Elbette otobüste radyodan kulağıma gelen sözdeki gibi
''herkes hakettiği gibi yaşıyor...''

Ben mutlu olmak istiyorum, onun için emek verip riskler alıyorum. Hepinize böylesini tavsiye üstü tavsiye ederim.

Bu duruma uyan şarkılar da aklıma takılanlar arasında zaten; ''Özlem Tekin; Dene'', ''Şebnem Ferah; Korkarak Yaşıyorsun''. Artık hangi şarkıya blog yazdığımı düşünmek isterseniz, buyurun :).

Tunç

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

Yalan Söylemek

Hayat çok ilginç, insanlar sizi anladığını sandığı zaman aslında hiçbirşey anlamamış oluyorlar... Bitişleri başlangıçları hiç çözemiyorlar... Oysa ben bunu istemiyorum, geçen gün Levent'in bir arkadaşını anlatırken kullandığı gibi Sosyal zekası gelişmiş insanları istiyorum.

Yazılarımdan birinde bir söz yazarak bitirmiştim; Yine de sevgilerimi ve saygılarımı sunmaya çalışıyorum... demiştim. Bu sözün ne anlama geldiğini anlayamayanlara çok üzülüyorum. Onlara o yazıyı baştan sona okumalarını ve bazı şeylerin ne zamandan beri farkında olduğumu düşünmelerini istiyorum. Yalan söylediğinizde o yalanla ilgili kesin bilgiler sizin ne kadar alçalabileceğinizin ölçütüdür. Ve ben bunu ne yazık ki birileri için ölçmüştüm.

Yalanlarınız için teşekkür ederim. Bana hayata dair bir tecrübe daha verdiniz. Ancak sizin için çok üzgünüm. Sizleri daha fazla yakınımda, yakınım olarak görmek istemiyorum.


Yine ve yine de sevgilerimi ve saygılarımı sunmaya çalışıyorum...
Tunç

Pazar, Ağustos 12, 2007

Misafir Umduğunu Değil, Bulduğunu Yer

Az önce tv izlerken birşey gördüm... Bir tv programında başka bir programının yapımcısı konuktu ve kendi programını anlatıyordu... Konuk programcı Bruce Parry diye birisiydi; Discovery Channel için Going Tribal diye bir program yapıyormuş kendisi. Bu programda bazı kabilelere konuk olup onlara uyum saglamaya, onları anlamaya calışıyor vs... Programın linki burada, yakın zamanda videoları vs indirip program hakkında bilgimi arttıracağım sanırım...
Link

Peki bu programda nedir bu kadar ilgimi çeken derseniz, cevap şöyle olacaktır; İlgimi çekecek kadar görüntü izlemedim, ancak programını anlatırken söyledikleri birşeyler çağrıştırdı, yazıya dökeyim dedim. Aklıma gelenler ise şöyle duruyorlar;

Bruce abimiz konuk olduğu kabileleri anlamak, daha iyi tanımak ve yakın olmak için onlarla birlikte, onlar gibi yaşıyor... Yemek olarak onların yediği kurtları yiyor, ilaç olarak onların böceklerini, zehirlerini kullanıyor, kulağını temizlemek için onlar gibi ufak kurtları kulağının içine sokuyor [:S] vs vb. Avlanmak, beslenmek, temizlik vs tam olarak onlar gibi davranıyor... Böylece anlamaya çalıştığı kabilelerin kendisini daha iyi kabul edeceğini düşündüğünü belirtiyor... Eğer onların yediği bir kurt'u iğrenç bulup yemezsem bu ufacık ayrıntıdan bile rahatsız olabiliyorlar diyor[ne acı!]. Onlara bir misafir olduğunu ve iyi bir misafir olmak için uyum sağlamanın gerekliliğini dile getiriyor. Bencede çok haklı! İnsanlar içinde olmak istediği ortamlara, koşullara uyum sağlamayı bilmeliler...

Bruce abinin kabilelerle olan ilişkilerini insan işkilerine, iletişimine uyarladığınızda ise karşınıza bir gariplik çıkar. Ev sahibi olursunuz, insanların sizin koşullarınıza uymasını beklersiniz. Aynı başlıktaki atasözümüzdeki gibi. Ancak kaçırdığınız birşey vardır, bu atasözü insan ilişkilerini tanımlamak için yetersiz kalır. İletişimdeki çift yönlülükten dolayı kendinizi ev sahibi olmanın bütün havasıyla gösterişiyle yüklerken aynı zamanda misafir olduğunuzu unutursunuz. Uyulmasını beklediğiniz beklentilerin birde karşılığı olduğunu, sizinde uymanız gereken bazı beklentiler olduğunu unutursunuz. Kimi zaman misafirinizi kusurlarıyla yargılar, kimi zaman yorar, hırpalarsınız; malum unuttunuz ya! Bu unutmada tabii ki size ev sahipliği yapanın fazla anlayışlı, fazla hoşgörülü olmasıda kusurlardan biridir. Bu anlayış ve hoşgörü yüzünden doğru olanı bilemez göremezsiniz, taa ki gün gelip ev sahibinin sabrı sınıra dayandığında, sizin de bir misafirliğiniz olduğu ev sahibi tarafından hatırlatılıncaya kadar. Önce belli belirsiz bir huzursuzluk kaplar içinizi, sonra apacık bir ev sahibi sorunu gün yüzüne çıkar. Hatta kimi zaman Avrupa'dan misafirlerim gelecek evi boşaltın diyenleri bile çıkar.

Bu tür durumlarda hep bir burukluk kalır insanın içinde; ev sahibi kiracı ilişkisi soruna dönüşür. Bunun çözümü ne zamanı geriye sarmak, ne özürler dilemek ne de geçmişteki hataları keşke yağmuruna tutmaktır. Bunlar sadece sorunu daha da büyütür ve göz önüne getirir. Bu yaprağını böcek sardı diye bir ağacın koskoca dalını kesmek ve bunun sonucunda koca ağacı[kimseye yaş odun deme iması içermiyor :)] kökünden kaybetmek gibi bir durum diye gözümde canlanıyor.

Yapılabilecekler konusunda ise aklıma üstte Bruce abimizin de dikkatini çeken aslında ufacık ayrıntı olanlara kabile zihniyetiyle takılıp kendini burmamak en iyisidir. Kendinden daha değerli neyin var ki onu yıpratıyorsun... Ayrıca böyle bir durum ile ilgili aklıma bir Zardanadam şarkısında geçen söz geliyor; ''beklentiler yorar insanı''. Şarkının geneliyle belki alakası yok ama beklenti deyince aklıma iyi anlamlarla bu söz pek sık geliyor. Kimseden şımarık, nedensiz şeyler beklememek gerektiğini, böylece var olmayan sorunlar üretmemeyi ve üremiş olan sorunları temelinden ortadan kaldıracak bir tavırda olunacağını düşündürüyor.

Tunç
Zorlukları hızla değil, sabırla aşacaksın!

Cumartesi, Ağustos 11, 2007

Gökova Bisiklet Buluşması


Bir forumda gördüğüm haber; evet bisiklet ile ilgili... Buralarda bulunsun gözümün önünde. Zararı gelmez! :) Hatta birileri buradan görür de ilgi gösterir kim bilir :).

Bir bisiklet forumu olan BisikletForum aracılığıyla tanışan insanların buluşmak için Valilik, GSİM gibi resmi kurumlarla ilgili işleride halledip yasal hale getireceleri etkinlik. Umarım bende katılırım...
Sanırım Gökova'da bisiklete binmek için bundan daha iyi bir bahane daha uygun bir ortam bulamam, bulamazsın, bulamazlar; bulunmaz...

Olay ise şudur...

GÖKOVA PEDALLARIMIN ALTINDA BİSİKLET BULUŞMASI–1

Arkadaşlar Merhaba,


Bizler Muğla Bisiklet Platformu çevresinde toplanmış, ülkemizde ve dış ülkelerde çok sayıda bisiklet turuna katılmış, amatör olarak uzun mesafe bisiklet sporu yapan, bisiklet yarışlarına katılan, bisiklet sporunun yaşamımızdaki hayati önemi ve toplumsal sağlık açısından güçlü rolüne inanan, doğayı aktif olarak seven ve koruyan bir ekibiz.

Muğla Bisiklet Platformu olarak amacımız bisiklet sporunu temel araç olarak kullanarak, insan sağlığı, toplum sağlığı ve çevre sağlığını korunmak, sağlıklı bir toplum için gerekli şartları yaratmak, yaşam kalitemizi düzeltmek, çevremizi yerel ve küresel açıdan korumaktır. Ülkemizde ve dünyada barışın sağlanmasının yanı sıra doğa dostu bir spor olan bisiklet turizmi yolu ile, ülkemizde spor ile turizmi birleştirmek, bir kültür ve turizm kenti olan ilimizde spor ile doğanın ve kültürün korunması, geliştirilmesi ve toplum içinde yaygınlaştırılması ve ülkemizde bir ilk olarak her yıl ilimizde bir bisiklet buluşması gerçekleştirilmesi, bu buluşmanın Gökova Körfezinde uluslar arası bir şenlik havasında her yıl tekrarlanarak gelenekselleştirilmesi için faaliyette bulunmaktır.

Ekolojik bir spor dalı olan bisikletin aynı zamanda bir ulaşım modeli olarak ülkemizde bisiklet kullanımını ilerletmek ve teşvik etmek, ulaşım planlaması ve yönetimin dikkatini, bisikletlilerin gereksinimlerine çekmek, bisiklet turizminin, ülkemizde bir turizm alternatifi olarak gündeme sokulmasını sağlamak, çölleşmeyle mücadelede dünyaya örnek bir hareketi Türkiye'den başlatan TEMA ’nın mücadelesine destek vermektir.

Bisikletçiler kendilerine ait bisikletleri ve kamp malzemelerini kullanacaklardır. Konaklama, su ve tuvalet bulunan herhangi bir kampingde yapılacak, yemekler lokantada yenilecek veya bakkal vs den temin edilecek ve sporcular tarafından hazırlanacaktır.

Parkur
1. gün: Akyaka- Akbük- Ören- Çökertme (60 km)
2. gün: Çökertme– Mazıköy- Çiftlikköy- Bodrum (65 km.)
3. gün: Bodrum- Datça Körmen Lmn.(feribotla)- Bördübet- Amazon (45 km)
4. gün: Amazon- Hisarönü- Marmaris- Uçurtma (37 km.)

Tarihler
Başlangıç tarihi ve yeri : 25 Ekim 2007 Perşembe Akyaka
Bitiş tarihi : 28 Ekim 2007 Pazar Marmaris

İletişim için; H.Can DEMİREL hcandemirel[@]hotmail[.]com

daha ayrıntılı bilgi linkteki forumda...
Link

Pazar, Temmuz 22, 2007

Flickr: Loves You

Hey Flickr! sende mi? Bugünleri de mi görecektim yahu? Haydi insan oğlu kararsız, korkularına yenik, kendini bilmez, sıkılgan, utangaç [değil miyiz dostum? :) hangimiz değiliz, di mi? di mi? di mi?...]... sana neler oluyor? Hani ''Flickr; Loves you'' diyordun? [Başlıktaki bağlantı şekile yönlendirilmiş durumda...]

Geyik bir yana Flickr'in yaptığı aşk'ın tarifi olsa gerek... Adamlar koskoca yazmışlar ama yanında lütfen jeton atınız diyor... Benim bildiğim aşk böyle değil Flickr, ayıp oluyor :D.

Buyurunuz görünüz Flickr adresi olan dostlarım, canlarım başıma neler geldi... Sizin de başınıza böyle birşey gelebilir yakında, tedbirinizi alın... Silmek vs. yok, arşive devam ediyor ama eskiyenleri göstermiyor... Aslında güzelde bir olay :)

Hey tuncdemir! About your photos...

You've run into one of the limits of a free account. Your free account will only display the most recent 200 photos you've uploaded. All of your photos beyond 200 will remain hidden from view until you either delete newer photos, or upgrade to a Pro account.

None of your photos have been deleted, and if you upgrade, they'll all come back unharmed.

Aynen böyle; ilgi gösteriniz...
Tunç

Yazıyı gönderdikten sonra şunu gördüm... Bundan sonra Flickr fotolarını nasıl göreceğimiz anlaşılmıştır... Her fotoya bir blog :D

I have a free account. Some of my photos aren't showing up. Why?

On a free account, Flickr limits the number of photos displayed.

If you have fewer than 200 photos, we display them all. If you have more than 200 photos, only the most recent 200 are displayed.

Your photos are not removed from Flickr, only from the list of your photos. If you blogged a photo and it no longer appears in your list, it will still appear on your blog, and the photo's Flickr page will still work just fine.

If some of your photos aren't showing up, don't panic! Just upload some fresh ones. Or upgrade to a Pro Account.

Note: If your free account is inactive for 90 consecutive days, it will be deleted.

Top


Daha var mı?

Geçenlerden bir gün; 17 Tem 2007 saat 14.35. Aklıma birkaç söz gelmiş. O kadar kafiyeli olmuş ki şiir gibi yazıyorum. Şair olduğumu düşünmüyorum ama daha çok gözükeceği için böyle yazıyorum :) Hem böylece paragraf stilinin çözülmezliğinden her parçayı kurtarmış oluyorum... Uc uca eklendiğinde çıkan anlam ile satır satır okunduğunda düşünülebilecekler farklı olduğundan, kararlı bir düşünce halinde bile kararsızlıkta karar kıldığıma sahit oluyorum...

Daha ne günler göreceğim ben,
bu hayat burada biter mi?
Daha ne acılar dertler olacak,
bu kadar hüzün bana yeter mi?

Yorgunluk, yılgınlık, küskünlük ile,
bu günleri harcamamak gerek.
önümüzde var uzun bir gelecek,
nereden neler gelecek tahmin yeter mi?

Üzülmekle ne gelir elden, herşey olacağına varır... Bilmediğim, tahmin edemediğim şeylerin peşinden beklentilerim olmayacak bundan sonra... Ne bu bünye yorulacak, ne de zihnim ezilecek... Yapmam gerektiğini düşündüğümü yapmakta düşündüğüm kadar cesur olamıyorum, gereklilik ile isteklerim çakışıyor yine hayatımda; Heyyamol, yelesar! :)


Tunç

Otobüs İnsanı

Otobüse bindim üzerimde garip bir his var, çevremi insanları gözetliyorum. Kimisi aksi-yaşlı, kimisi çok güler yüzlü, biri çocuk biri koca adam vs. vb. ... ... ... Elbette ki bana göre bir bakış açısı bu, bu mallıklar benimde özelliğim olabilir. Bu yazıda amacım insanlara, bu yazıyı okuyan insanlara ne kadar malsınız sizce, hiç kendinizi tarttınız mı demek değil niyetim. Öyle anlayan olursa uyarayım en baştan...

Aman, öff... yazmıyorum işte... bugün hiç yazı yazasım yok, önümdeki kagıtta olsalar bile... kafamı satırları aktaraya bile toplayamıyorum... habire saga sola gidiyorum, başka işler buluyorum... Söylemek istemediğim sözler de düşünmüyorum oysa...

İğneyi Kendime, Çuvaldızı Kendime...

Blog yazıyorum, birşeyler yazıyor karalıyorum, birşeyler anlattığımı düşünüyorum... Belki birileri okuyor kendini vererek, belki çok uzun-çok zor okuması deyip göz gezdiriyor, belkide kimisi dalga geçmeye yer arıyor.

Blog yazarken amacım ne, en azından amaçlarımdan biri ne diye düşünürken aklıma bu söz geldi. ''İğneyi kendime, çuvaldızı kendime...'' bir deyimin değiştirilmiş hali olan bu söz bence çok şey ifade ediyor. Yukarıdaki 3 okuyucu türünden hangisi olursanız olun bu açıklama sizin işinize ve benim kendimi anlatmama yarayacak diye düşünüyorum. (Aslında birde ben varım okuyucular arasında acaba ne yazmışım diyip arasıra okuyan, ama bu siz değilsiniz, eminim :) [kendime niye siz diyeyim.])

Genelde blogda aklımda kalan anıları not etmesi yada bazı iletişimleri, ilkel görüşüm ve farklı bakış açıları katarak geleceğe iletmeyi düşünüyorum. Elbette bunları apacık yazmıyorum ama yazıyorum. A, B ve kimi zaman C...'lerin oldugu iletişimlerde A'nın B'nin veya C'lerin kim olduğu ve bunlardan hangisinin ne zaman ben oldugumdan bagımsız olarak yerine koymalar yapıyorum.

Birinde esas kahramanlardan A oluyorum, olsam ne yapardım, ne beklerdim, ne duymak isterdim vs. vb. düşünüyorum. Bir de bu beklentilerin karşı tarafı olup nasıl görüldüğünü yada ne bekleyip, istediğini düşünüyorum. Bazende, C'lerin biri olup dışarıdan bu beklenti vs işinin nasıl görüldüğünü canlandırıyorum.

Bazı yazılar işte bu işlemlerden geçip oluşuyordu... Bu işlemler elbette çözüm olmuyordu, ama herşeyi bilip çözmekte mümkün değil, avunuyorum :). Bir sürü veri işlem oluyordu. Hem kimseyi kırmamak, incitmemek adına hem de adil olmak adına en beğendiğim böylece ortaya çıkıyordu. İletişimlerimde içimde kalan söyleyemediklerimi, unuttuklarımı veya yanlış anlaşılabileceleri böylece içime atmıyor, kendimce dışarı vuruyor, hem kendimi rahatlatıyor, hemde kendimi tanıyordum. Bir şekilde susarak kendime yalan söylemeyide engellemiş oluyordum.

Bu yöntemle en azından bazı durumlarda kendimden emin olup tekrarlarında daha açık, daha uygun yolu bulmuş oluyordum. Belki iletişimler çok yavaş ilerleyip çok zor oluyordu, ama sürekli kontrolümde ve istenmeyenden uzak oluyordu. İğneyi kendime çuvaldızı kendime batırıyordum, şarkıdaki gibi benim karıştığım sınırlarımı bilemediğim durumlarda...

Tunç
14 Tem 2007 21.30-22.30
Not: Yazmışım ama şu anda yazdıklarımdan bende birşey anlamıyorum :D. Neden neyi düşünerek yazmışım ki? Ya da ne olmuş silinmiş kafadan bütün izler? Hayırlısı artık...

Yayın Başlığı: Herkese Duyurun :P

Başlık yazıyla çok alakalı değil, Blogger'ın Başlık açıklama yazısıyla biraz laf ebeliği... Gelelim konuya; Bir video ve düşündürdükler...