Cuma, Haziran 22, 2007

Yolda 6?

Gerçekten hatırlamıyorum, çok uzun bir ara oldu yolda serisine birşey yazmayalı ama bu sabah birşeyler yazmalıyım dedim... Aklıma sıra sıra düşünceler geldi kiminin takısı kiminin bakışı aklıma birkaç hatırayı getirdi... Ardı ardına küçük paragraflar oluşturdum ve yazdım... Günün başında bunları yaşadım, sonunda ise ortada olanlar hüzüne boğmuştu beni, üzüntüyle yorum yapmamak için daha sonraları günün anlam ve ehemmiyetini açıklamaya çalışacağım... Ancak bir hocamın en az 10 kere tekrarladığı '' çok güzel, bugün senin için dönüm noktası! çok güzel'' dediğini belirtmeden edemeyeceğim... Acaba hoca benim için bu sözlerin ifade ettiklerini aynı anlamda düşünüyor muydu derseniz bilmiyorum demek yalan olur! ''Çanakkale çok modern, Marmaris gibi :D'' başka söze gerek kalmıyor bundan sonra :)...

Neyse biz ''Yol'' yazımıza dönelim... 3 başlıktan oluşan paragraflar bu sefer... bence hoş küçük fıkramsılar oldu...

Alışmış mı Kudurmuş mu?
Var mıdır hiç arkadaşınız? Vardır elbet, arkadaşsız hiç olmaz! Peki özel olan arkadaşlarınız var mı? Uzun süre göremeyince üzüldüğünüz, sıkıldığınız, hatta kudurduğunuz? Yok yok, yanlış değil kudurduğunuz, yanlış değil, nazik olmak için alıştınığınız mı yaz diyorsunuz? Yook yoook! Aşağıda aradığınız...

Bütün bunların yanında bazı yakınlarınızda vardır ki onlara alışırsınız! Arkadaşlarınız gibi değildirler, kudurmazsınız, mantıklı, uslu kararlar verirsiniz. Yaptıklarınız sizi yormaz, istediğinizdir, ama bazen üzer bile. Belki siz üzülmek istediğinizden belkide öyle olması gerektiğine saçma bir romantizmle inandığınızdan... Belkide üzülmesini istemediğiniz ''biri''nin farkında olmadan üzülmesine yol açarak...
Neyse işin ilginç bir diğer yanı tüm bunların yanında ufak bir süre görmekle bile yetinerek? Hani derler ya alışmış kudurmuştan beterdir diye onun gibi birşey herhalde...

Yoksa eğer alışkın olduğunuz, illaki dostlarınız vardır. Onların hepsini toplasanız ''o biri'' etmezler ne yazık ki, ama onlarda çok önemlidir. Dostunuz sizin dostluğunuzdur. Zaten ne demişler, ''dostluk kazansın!'' Yok yukarıyı söyleyen birinin sadece buna doğru demesi düşünülemez değil mi? Dostluk kazanırken kazanmaya çalışmakta önemli, son zamanlarda bunu demeye çalışıyorum ama şu ana kadar beceremedim sanırım. [Bir önceki yarım kalmış yazı da cabası... başlığa bak sen... :O]
21.06.2007-21A'Bostancı

Çiçek
İlginç bir canlı topluluğuyuz. Kendimize özgü birşeyler yaratmışız, törenler-kutlamalar, yaslar... Çok garip ''neden?''i olmayan alışkanlıklar. Gerçekten çok garip inanmıyor musunuz? o zaman buyurun buradan yakın!

Basit bir soruyla başlayalım nedir çiçek[başlık bu ya!]. Bir çiçekle veya çiçeklerle neler yaparız, neler yapmayız. Açıkçası ne yapmayızı tam bilemiyorum, bir yerden bununla ilgili bir link ya da liste bulursam buraya eklerim, söz! :). Ama ne yaptığımız sorarsanız bir sürü şey aklımıza gelir. Açılışlara çiçek göndeririz kapanışlara çiçek göndeririz. Düğüne göndeririz hatta cenazeye göndeririz. Eski bir arkadaşa çiçek göndeririz, sevgiliye çiçek göndeririz. ''Hastaya'' çiçek göndeririz. Acaba abartmıyor muyuz, yoksa çiçek zırt pırt diye tutturana bir laf mı atıyoruz, hastasın sen diye?

Eğer merak edilen bir husus ise; yok! ben daha kimseye çiçek gönderecek cesareti bulamadım, o çiçeği kafaya yemekte var sonuçta :). Ama benim içinde bulunduğum halden dolayı bir çiçeğe ihtiyacım var, hastayım galiba! :)

Manisa'da Manyetik
Üsttekiler yaıldıktan sonra otobüste aceleyle aklıma bu alttakiler geldi. Boynunda yusufcuk(kolye) olan bir genç kızımızın yazmış olduğum çiçek başlıklı kısa yazı sonrası aklıma getirdikleri burada.

Ben, ve 3 kişi daha(kim oldukları anlatılanla ilgili değil, o yüzden belirtme gereği görmüyorum.) Manisa'da araziye gitmiştik; krom arıyoruz, eğlenceli sohbet dolu, ilklerle dolu... Yola çıkmadan öncede garip hikayeler var doğrusu...

İlkler deyince nasıl ilkler bunlar denmesin, illaki ilk krom arayanlar biz değildik :), ilk bulamayanda... ancak benim için ilk hamam, ilk kelle paça çorba, ilk şarap şişesinden su içilen bir ilkler dizisiydi. Köftecide yandım(aynı köfteciye daha önce ablam ve eniştemle gitmiştim), dayandım ve ilk defa bir yabancıdan hediye(rüşvet? bir etik mesela ne hediyedir ne değildir...) olarak kestane şekeri ve kavun aldım(hediye edileni ne sandınız :D).

Arazi sırasında çekilen fotograflardan birinde bir yusufçuk bir çiçek etrafında pervane oluyordu... Pervane olmakla kalmıyor onun güzelliğine süs oluyordu. Böylece böcekli kolyelere farklı bir düşünce yüklemekle beraber, kendine böcekli kolyeleri uygun görenlerin çiçeklere özendiğini söylemekte haksızlık olmaz diyorum...

Bu arada, az önce bana bir çiçek lazım, hastayım demiştim değil mi? İçimi döktüğüm bu saatten sonra bi anlamı olabilir mi bilemiyorum ancak ilk defa okuldan dönerken değil, okula giderken yazı yazıyorum, hayırlı olsun.
21.06.2007 129L

Tunç
[Sabahın Köründe düzenleme yapamadım, zaten zor okudum afedersiniz :)]

Salı, Haziran 19, 2007

Dostluk Kazansın...

Bugün çok ilginç bir denemeyle blog başına oturuyorum... Kulağa çok hoş gelen ama aslında ciddi olaylar üzerine uygulayınca insanın hiç hoşuna gitmeyebilen bir söylem; Dostluk kazansın! Bu düşüncenin kafamda oluşmasına yol açan durum şöyle;

Dün akşam mahallemizin cevval gençleriyle bir halı saha maçına tutuştuk, gittik oynadık, yendik geldik... Sevgili arkadaşlarımdan birisi ise bana ilginç olan bir soruyu sordu; Kim kazandı? Ne oynayanları tanıyordu, ne de ortamda olan koşulları... Elbette sorulmasını hoş gören veya gereksiz gören gerekçelerde çıkarılabilir ama iletişimde pek bir önemi yok gibi bunun cevabının... Bende zaten karnımın ağrısından zaten keyifsiz olmamdan dolayı? Ne önemi var? Mühim mi sonuç? Dostluk kazandı! dedim... Bundan sonra bu takımı kuralım, yapacaklar listesine not et dedi ve burada göreceği gibi ettim. :)

Düşüncenin aklıma düşmesinin hikayesi kısaca böyle... Yukarıda da dediğim gibi böyle bir cevabın arkasında hoş olan veya olmayan ayrıntılar olabilir... İnsanın kendini kandırması, oyalaması bu sorunun arkasında yatıyor olabilir... Bir futbol(az sonra gelen röportaj örneklerine bu spor dalı sayesinde aşina olduğumuz için) maçından sonra kazanan takımın '' iyi oynadık, mücadele ettik, ama daha önemlisi Dostluk kazandı'' demesi kaybeden tarafından çeşitli yorumlara yol açabilir. Bunun aksine kaybeden bir takımın oyuncusununda '' çok çalıştık, çabaladık ama olmadı, ne yapalım, Dostluk kazandı'' diye demeç verebilir. Bu da kazanan tarafından çeşitli alaylara söz konusu olabilir elbette...

Bütün bunlarla ilgili düşüncelerimi-aklıma gelen bir sürü şeyi-buraya yazmayacağım, ancak kısa bir özet yapabilirim diye düşünüyorum... Burada gördüğünüz gibi bir mücadele var, bu mücadele bahsi geçen spor müsabakasında olduğu gibi bir rakiple ama bir takım bünyesinde gerçekleşiyor... Kazanmanız için rakip kaybetmeli, ve daha önemlisi sizin takımınız kazanmalı... Ama bundan daha önemlisi bir hedefe bir...

Daga gideceğiz... yazdırmadı kalleşler... dag ile olan insanlar ve insan ilişkisiyle olan mücadeleyi yazacaktım ama... olmadı... sonra düzeltirim o yüzden taslak kaydettim... tamam mı ben? :D

Pazar, Haziran 17, 2007

17 Haziran 2007

Bugün çok ilginç bir gün... Mahallede birçok genç ögrenci seçme sınavına(ÖSS) giriyor, ''birçok genç!''... Oysa ben bunların bazılarının uffacık teffecik oldukları, balkondan bakmak için bile izin istedikleri zamanı hatırlıyorum... Çabuk içeri gir! kırarım bacaklarını diye azarlandıklarını hatırlıyorum :). İyi güzel hoş herkes büyümüş, ama biz yerimizde saymadık ki... :S

Yaşlanıyoruz yavaş yavaş, ''yaşlanıyoruz!''... Şimdi kapısının önünde oynayan ufaklıkların sesi geliyor pencereden... ''... neredeee?'' diye bagırıyor bir kız çocugu penceredeki ufaklığa. Cevap ise gecikmiyor; '' ... Tuvalettteeee'' :) Yahu bi rahat bırakın, işini görsün çocukcağız :D.

Beni en mutsuz eden şey...

Şu anda(geçen gece) beni en çok üzen şeyin ne olduğu sorusu aklıma takıldı... Düşününce her ne kadar aklımdan bir ''en ...'' diyip karar veremesemde birşey beni bu duruma en çok yakın olduğu konusunda ikna etti... ''... birlik... eğlence... biçim vs. ...''[benim için olmasada okuyanlar için tahmin edilemez olduğunu düşünüyorum, afedersiniz :).]

Aslında beni en çok üzen şeyi bulmaktansa beni üzen şeylerin belirlenmesinin yararlı olacağını düşünüyorum. Böylece bunların arasından çözülebilir olanları çözüp birazda olsa kendime fayda sağlamış olurum... biliyorum bu düşüncemde haksız değilim.

Beni üzen şeylere gelince; Bronz madalyanın sahibi ''geç kalmışlık hissi''... Bir düzen, bir yol tutturup hedefe yollanmak istiyorum ama bir türlü karar kılamıyorum. Okul, iş, eğlence deyince tam olarak bir yön seçemiyorum. Çeşitli kapıları hep açık bırakıyorum, bu da ilerleme sağlamama engel oluyor... Hayır kendimi uçak gibi hissetmiyorum tabii ki :). Ancak her an geri dönebilecek olma durumunda önünüze bakarken arkanıza da bakmanız gerekiyorsa işte bu bahsettiğim sorunun ortaya çıkışı oluyor. Ne önünüzü doğru dürüst gözlemleyemezsiniz, ne de geçmişi, herşey hayal meyal gözünüze gelir. Tabii farkındaysanız anlamakta, çözmekte değil gözüm, daha gözlemlemeyle yetiniyorum. Yüksek lisans'a başladım, Paleomanyetizma diye, çok güzel gerekçelerimde var tabiiki ama Manyetotellürik sürekli aklımın bir köşesinde, ''zamanı harcıyor muyum?'', ''geçikiyor muyum?'' diye sürekli sorular aklıma geliyor... İş deyince okul mu, yurt dışı mı? Dağcılık, kaya tırmanışı, dağ bisikleti, tur bisikleti, yoksa hepsinden bagımsız klasik anlamdaki gezginlik mi? Hepisi bir arada olur mu yoksa? Sanırım hepsini istiyorum, galiba biraz aç gözlüyüm :d

Pekii ikinci sırada ne var? Gümüş madalya, ikinci sıradaki her işe heyecanla başlayıp çook geniş çook uzun hayaller, planlar programlar [vizyon mu desem :P] ile bu işleri süsleyip, beslemem. Bu ilk bakışta kötü gözükmüyor gibi, ancak beni ilk zorlukta herşeyden vazgeçmeye götürebiliyor. Bir kapı yüzünüze kapandığında o kapıyı bir daha denemek hiç mi hiç istenilen birşey olmuyor... Aslında bu durumu okuldan atılmam sonrasında çözmüş gibiyim, ama tekrar da ediyor gibi bazı hallerde... Örneğin Yüksek Lisans için bu durum böyle... Daha dersler ''bu durum''dayken tez planları, kurgular vs yapıyorum. Birileriyle çok kolay gezi tur programları yapıyorum, evetleri ardı ardına sıralıyorum, sonra yola çıkarken yada çıktıktan sonra eğlenmediğimi farkedip bir anda sıkılıyorum. Birkaç seferdir böyle oluyor, bunu hissettirdiklerimden de özür diliyorum... Bunun bir sebepten dolayı geçici bir dönem olduğunu düşünsemde yine de kafamı bulandırıyor... Baştada dediğim gibi, bunlar elbette güzel yorumlanabilir, ancak ilk engel sonrası caymak hiç güzel değil, insanların ne düşündüğü-düşüneceği de değil derdim[öyle olsa burada açıkta etmezdim galiba :)], bahsettiğim işlere kendimle samimi olarak yönelememem...[Sanırım bu başlığın 2nci sıraya yerleşmesinde Ü.Dökmen'in kitabının hissi seziliyordur... :)].

Peki altın madalyayı kime verdim? Beni en çok üzen işte budur demiyorum ama en etkili olarak bu yazı yazılırken hakim olan düşünce böyleydi, şimdi blog'a yazılırken ''acaba...'' dedirtse bile... Hemen alttaki paragrafta, daha fazla oyalanmanın alemi yok, burada zırvalayacağım, bence bu paragrafta anlatılan mesaja kulak verin ve hemen aşşaığıya geçin... Zaman kaybediyorsun hala burada mısın?[Belkide komik geldi merak ettin okudun :) ve hala okuyorsun... ama bu senin söz dinlemediğinin kanıtı olur :P] Neyse işte bitirdim zırvayı, geç bakalım alt paragrafa...

Birinci sırada ilk paragraflarda belirttiğim gibi ''... birlik, eğlence, biçim vs...'' var. Bu arkadaşlarımın(''istisnasız'' herbirinin) iletişimlerinde samimi ve dürüst olması isteğim. Açık sözlü art niyetsiz olması düşüncesi(İstisnasız herbiri derken, hiçbiri böyle değil dediğim düşünülmesin. Ama insanın doğası gereği kendinden bile şüphe edebilen, emin olamayan bir canlı, elbette zaman zaman arkadaşlarından da şüphe edebilir, anlayışla karşılansın. Böyle bir durum sezdiğimde ben elimden geldiğince anlayışlı davranırım, başkalarından da beklemek hakkımdır.) Pekiii biz birlikte ne yaparız, ne yapabiliriz sorusu cevabını çok merak ettiğim birşey, ama bunun da ne demek olduğunu ne yazık ki benden başka birileri fırsat vermediğim sürece anlayamayacak.

Bunlara daha bir sürü ekleme yapabilirim, hatta öyle eklemeler yaparım ki sıralama alt-üst olur. Ama sanırım hepsinin özünde iletişim yatıyor... Öncelikle kendimle olmak üzere, dogrudan ilgili kişiler veya dışarıdan[objektif maaanaaaasssııında :)] kişilerle, ama iletişimle... Eğer açıklıkla merak edilen küçük ayrıntıları sorup cevaplandırabilirsem[bana sorulanları; bu konularda kendimi kusursuz görmüyorum elbette :) veya benzer durumları başkalarınında yaşamadığını] bunların hepsi çözülebilir. Kusursuz mutlu olurmuyum bilemiyorum ama daha mutlu olacağım kesindir...

Bunun tekrarlarını ve cevabını ileride görebilmek dileğiyle...[Sizede tavsiye ederim! Yalınız, illaki sizi en mutsuz eden şeyi bulma çılgınlığına kapılmayın, mutluysanız en'i kolay bulmazsınız gibi geliyor bana... nereden biliyorsam :D]

Tunç
Sıradaki yazı ne olur acaba? ''İnjuries in mountain biking[Sports Traumatology, 2001]'' çevirisiden önce bir ''Ben'' yazısı daha gelir mi? [kljoilhe(kabul etmiyor nedense...)]

Cuma, Haziran 15, 2007

Primus OmniFuel

Daga gidecek bir zavallı, ocagı deneyeyim isini, kirini temizleyeyim diyor... Sonra ocak bir yanıyor, ''Pri'' yanıyor... Harıl harıl yanarken acaba daha ne kadar cosar bu ateş, dağda kibrit ateşi gibi olmasın deyip ne kadar verimli olduğu ''gözlemeye'' çalışılıyor... derken... bir anda iletim hortumunda saçma sapan bir kaçak kartuşu alev topuna döndürüyor... Bu alev topu çok ısınırsa patlayıp ortalıgı mahvedecek, hem bir bomba gibi etki yapacak hem kartuşun parçaları etrafta ilginç etkiler yapacak hem de yangın cıkarabilecek... Bizim cevval genç elinden geleni ardına koymuyor... Siperdeki bombayı karşıya fırlatan asker gibi lüpp olayı hallediyor... Parmak önce kupkuru olup daha sonra sup sulu oluyor... Yani gerçekten bir gözleme yapılıyor, parmak göz göz oluyor...

Fotodaki bir gün sonraki oynanmamış durum... Bu da kayıtlara geçsin... ilk defa bir söz ugruna su toplayan parmagımı dagıtmadım... Böyle bir refleks'i arzuyu bastırabilen ben bundan sonra ne olsa vızz gelip tırıs gider diyorum... Okuyan tüm herkese yeniden mi doğdum? Bu ikinci şans mı? Beni koruyun yardımcı olun diyorum...

Tunç

Saygılarımla :)

Salı, Haziran 12, 2007

Üstün Dökmen, Ladesçi, 7.999 YTL!

Son zamanlarda pek kitap ile ilgili birşey yazmadım değil mi? Acaba neden, kitap okumadığımdan mı? Yoksa okumaktan yazmaya vakit bulamamaktan mı? Bu yazı bu arayı bitiren ve böyle olmasının nedenini de belirtecek...

Son günlerde ne zaman kitap okumaya kalksam elimdeki kitaplar sıkıcı geliyor. Birkaç sayfa veya birkaç bölüm okuyup başka bir kitap arıyorum. Bunun nedeni çok keyifsiz, çok mutsuz olmam değil. Kafamı kitap okuyacak kadar toplayamadığımı düşünüyorsanız, yine yanılıyorsunuz... Bunun nedeni TRT'de programlarını(Küçük Şeyler) görmüş olabileceğiniz Üstün Dökmen'in Ladesçi kitabını okumuş olmam... Bu kitaptan sonra diğer kitaplar bir şekilde havada, eksik kalıyorlar gözümde çabuk sıkılıyorum... Şimdi'de Ali'nin hediyesi olan Tübitak yayınlarından Yerküre kitabını okuyorum... Bu dünyada yaşayan herkese tavsiye olunur...

Kitaptan bahsetmeye devam edersem, Ladesçi 2 gün içersinde tarafımdan okundu ve bitti. Bunu yapmak çok zor değil elbette, ama gerçekten kendisini okutan, sıkmayan bir kitap. Hayatla ve kendiyle en ufak konuşmasından en büyük hedefine kadar lades oynayan bir arkadaşımız kendisini sorgularken aslında etrafındaki insanların daha fazla lades oynadığını farkediyor. Bunun üzerine düşünceleri, hedefleri değişiyor gelişiyor doğru yolunu buluyor.

Bu kitapta ilgimi çeken bir yön de aklıma babamın söylediği ''Doğru Yalan söyle!'' lafı geliyor... İlk başta çok saçma ve gülünç gelse de, ''Bir yalan söylerken etrafındakileri kandırmak-inandırmak çok kolay olabilir, ama eğer sen inanmazsan bu seni mutsuz eder. Yaptığın yalanda olsa doğrusunun bu olduğuna inanman gerek...'' gibi bir anlam çıkartıyordum bu sözden :).

Bunun yanında yazarı Üstün Dökmen'in akademik kişiliğinin getirisiyle birlikte çok güzel, insanın aklının bir köşesine yazması gereken öğütleri de sıralıyor... Tavsiyem 7.9999 YTL(bu fiyatda bir lades, bununla ilgili ayrıntılı bilgi kitapta ve arka kapağında...) olan kitabı bir yerden edinip okumanız. Lütfen, her kim olursanız olun, bunu samimi olarak göz önünde bulundurun...

Kitaptan alıntıladığım ve aklımın köşesine yazacaklarım ise alttakiler gibi...
  • Bir cetvel verin elime, daha önce eğrilik değmemiş olsun yüreğine, düşlerine...
  • Gelişmemiş ve geri kalmış bölgelerde ''gelişmekte olan'' denmesi nezaket icabıdır, belki de kandırmacanın kibar bir türüdür, belki de gerçekçi bir ifadedir...[Burada hangisi size daha doğru geliyor... Bir cümledeki kararsızlık gibi gözüken yan ile kendinizi keşfetmeye başlayabilirsiniz... Ne kadar alışmışız ladesçiliğe(kandırmaca).]
  • ''İstanbul denen 2 uzun köprü, denizi desen pislikten köpürdü...'' [Yok bunun ladesle alakası yok... İstanbul hakkındaki bu ilginç yargıyı not ediyorum... Çünkü haksız diyemesemde, haksız diyebileceğimiz zamanlar yakında... umuyorum :)]
  • İşte en önemlisi ''Aslında bütün çocuklar zengindir. Doğaldır, dürüsttürler, dünyaya göz bebeklerinin hakkını vererek, renkli renkli, zengin zengin bakarlar. Sonra doğallıklarını ve zenginliklerini ana-babalarına, öğretmenlerine, müfredatlara, komşu teyzelere ... ödünç vermeye başlarlar ve giderek fakirleşirler. Dikdörtgen olur dünyaları, yalnızca parayı görürler!'' [Ben bunu özellikle çok sevdim... Gönüllülükle iş yaptığıyla övünen insanlar çıkmaya başladı çevremizde, gönülsüz yaptıklarından utanacaklarına! Kendisi için yapılanlara kendisi için başkaldıran utanmazlar ve apaçık ladesçiler... Gittikçe şaşırıyorum bu işe, ve bu utanmazlıklarına... umarım onlarda okurlar bu yazıları...] [Bir arkadaşım yiğenim Derya'nın gözlerinin benim gibi baktığını söylemişti, bu sözü belki o unuttu ama ben hatırlıyorum. Neden unutamadım ki abartılacak birşey yok diyordum, ancak bu sözü okuyunca, bilinçli yada bilinçsiz beni ne kadar mutlu ettiğini bildirmem gerek diye düşünmeye başladım.]
  • Sevdiklerimizi sevdiğimizi aklımızda tutmak, bazen ladesli olduğumuzu aklımızda tutmaktan daha zordur[Syf.23... Bu sözü söylediği yere özellikle bakmak, bu sözü söylediği koşulu iyice görmek, ne demek istediğini anlamak gerek... Kısa bir yorum yapıp geçemeyeceğim :).]
  • Bazı insanlar vardır az konuşarak kapatırlar kendilerini dış dünyaya, bazıları da çok konuşarak... [Ne mutlu ki ben hiçbiri olmadığımı düşünüyorum pekiii, siz hangisi olduğunuzu düşünüyorsunuz?]
  • Hissettiklerini değil, düşüncelerini anlatırdı...[Yanlış!!! yazmışım bunun yanına... hala da öyle düşünüyorum :).Önce hissettikleri daha sonra düşündükleri gelmeli insanın aklına... yoksa güvensizlik, iletişimsizlik çıkar!]
  • Evlilik doğaya aykırıdır, doğal değildir. Bak hayvanlara; hayvanlar evlenmezler, birlikte olurlar yalnızca... [Dişçimizin ladesi...] -Cvp: İyi de abi, hayvanlar dişçiye de gitmiyorlar, dişçilikte mi doğaya aykırı?[Volkan'ı hatırlattı nedense :)]
  • Dünyada bütün ülkelerde birer milli savunma bakanlığı var bir tane milli saldırma bakanlığı yok! Bu hesaba göre hiç savaş olmamalı...
  • '' Kebap kokusunu duydum geldim buraya, duydum ki eşşek dağlıyorlarmış...'' [son zamanlarda bisiklet ile ilgili nedense bu hisse kapıldım... 2 ileri bir geri ilerliyoruz, haydi hayırlısı :). Bu arada bu söz ile ilgili şöyle bir ekleme de yapmak gerek... Dağlanan eşşeğin kim olduğu? Yoksa farkında olmadan başlamışlar mı kuyruğunuzdan?]
  • Dünyanın haddini ve amacını aşmayan insanlara ihtiyacı vardır.[Ne? ne bakıyorsun? Ne dememi bekliyorsun yahu? yalan mı? :)]
  • Nasıl ki parmağındaki yüzüğünü satan herkes ben sarrafım dememeli, eski kitap satan herkeste kendini sahaf bellememeli! [Bisiklete binen herkesin bisikletçi olmadığı gibi, dağcılık, yazarlık, fotografçılık, organizatörlük vb. ilgi alanlarıyla ilgili insanlar buradan çok güzel öğütler çıkarabilir...]
  • Tencerenin büyüklüğü önemli değildir, her konuk kendini midesi büyüklüğünde doğurur... [Dünya ne kadar güzel olursa olsun, hayat ne kadar uzun olursa olsun ''doymak istediklerine'' doyarsın da denebilir... Yani benzer olan ''karşıdakinin anladığı kadar anlatabilirsin'' kibiriyle alakası yok, karışmasın!]
  • Mukadder Yakupoglu -'Varoluş, Ahlak ve Ölüm' bireysel ahlakın üstünlüğünü anlatıyor.
  • Zıddı olmayan sıfatın kendiside yoktur. [İşin garip tarafı bu beni çok korkutuyor; ''henüz zıddını bilmediğim duygular yoksa yalan mı?'' demeden edemiyorum :(. Ama zıddını bilmek te istemiyorum orasıda başka bir mesele :) ]
  • Ortamı mazeret olarak gösteren, mazereti arkadaş edinir istemeden... [tam benim işte... kurtulacağım, kurtuluyorum yavaştan bundan... :)]
  • Dürüstlükle insan arasındaki en büyük engel insanın kendisidir... [Bu yazıdan sonra blogda daha sık görülmesi gerken bir yere koymayı düşündüm bu yazıyı... çok güzel geldi bana :)]
  • ''Sizler çoksunuz, ama az çıktı sesiniz. Aslında siz yoktunuz. Sorumlusunuz ama yoktunuz!''
  • Efendiler, Türkçe elden gidiyor sessizce. Bütün tabelalarda dil tutarlı ve İNGİLİZCE! İster cevap de ister yanıt! Dili tutarlılık kurtarmaz, sevmek kurtarır bence! [Bu sözü söyleyen adamında eli öpülür bence!]
  • ''Dürüstler uzak kaldıkça yönetimden, üçkağıtçılar ayrılmaz yerinden!'' Bu ülkedeki politika için birilerine uyarı, üzerine vazife alan dürüstler olur umarım!
  • Kendilerini gölgesi olmayan bir karagözün güneşi sanırlar.[***]
  • Yalnızca zayıflar adalet ister(Aristo).[Güçlüysen istediğin adalet yada aksi, sağlarsın...]
  • Bir çok önemli daha... çocuk ile ilgili uyarıdan sonra bir yetişkine öğüt! '' Bu dünyada kendi olmadan birşeyler olmaya, kendi olmadan birileriyle birlikte olmaya çabalayan çok insan var. Dürüst olmak gibi kendi olmak da kıymetli ve ender birşey galiba...[galiba derken? şüphe niye?]
  • Bu dünyada gerçekten senin olan duyguların ve düşüncelerindir; dışarıdakiler düşünürsen zihnindedir...[Senin olmak istiyorum sözüne bir yorum mu yoksa? Eğer öyleyse gerçekten Üstün bir söz olmuş! :)]
  • Belkide insanlar hak ettikleri rolleri almamalılar, aldıkları rolleri hak etmeye çalışmalılar... Çok beğendiğim bir diğer sözde bu, ama kendi olmak ile çakışıyor biraz... ama bulunduğum yeri yetersiz gördüğüm mükemmeliyetçilik diye yorumlanan ama bence bir çeşit aç gözlülük hali olan duruma çok güzel bir öğüt!.
  • Kitap hakkında yazarın bir açıklaması ise şöyle; '' Doğruluğu gösterme iddiasında olmayan, yalnızca doğruluğun önemini hatırlatmaya çalışan bir kitap...
Sanırım bunlardan sonra kitap hakkında daha fazla söze gerek yok... Yalnız kitap bittikten sonra kafamda beliren düşünce ise şöyle: Mutlu mu olmalı, yoksa başarılı mı? Yoksa hepsini boşverip umutlu mu olmalı? Hatta bu konuda bir karara sahip olmak gerekli mi? Açıkça ortada olduğu gibi neden insan oldum demek gibi bir soru bu... Bu konuda ilahi bir sonuç çıkmayacağını beni tanıyanlar bilirler... Ancak kitaptan herkesin farklı öğütler çıkaracağını düşünüyorum. Herkes kendince kafasındaki açıklıklara bir cevap bulacak örnekler göreceğini düşünüyorum. Kendini birer birer kahramanların yerine koyarak karşımızdaki insanlardan neler beklediğimizi ve ne kadar haklı-haksız olduğumuzu ölçmemize yarayacağını düşünüyorum...

Özetle şiddetle tavsiye ediyorum...
Tunç
ountc[adımı yazıyorum birde joker var iyi mi? :D]

Perşembe, Haziran 07, 2007

Biraz arama sonucu...

Yeni bir yazı daha... Bu sefer bir e-posta'da öğrendiğimi denemeye kalktım... Bloglar arasında bisiklet ile ilgili haberleri aradım. Bakın karşıma ilgi çekici(en azından benim için) neler çıkmış...

-5 Haziran 2007 tarihinde ABD Shelbyville'de 11 yaşında bir bisikletli çocuğa 17 yaşında bir sürücü çarpmış... Kazazedenin durumu tıpkı bizdeki gibi ''critic''miş! Sanırım bizdeki 20-30 yaşında bisiklete binen insanları görünce holebeloyy, aborobaaay diye bağıran dingolardan kötüsü de var...(Bağlantı)

-Bir diğer ilginç şey ise Heatrow Hava alanından çıkmış. Sapsarı, önde ve arkada ihtiyaç duyulan malzemelerin taşındığı bir bisiklet ambulansı fotografı... Flickr bağlantısına yorumlar ve cevapları için göz atmak iyi olabilir... Ben gerçekten beğendim, bisikleti günlük hayata çok kullanışlı bir şekilde sokmuşlar... Hatta Flickr'da bisiklet aratıp çıkan bir Ultrecht durum bile oluştu... Fotografta Ultrecht tren istasyonunun bisiklet parkı var... [*]Sanırım insanlar evlerinden istasyona kadar bisikletle gidip uzak mesafeleretren ile ''entegrasyon'' sağlıyorlar... Hani bizde(İst.) de başladı ya ''ulaşımda entegrasyoon devri'' :).

-Bir başka ilginçlik ise Bisiklet Futbolu ile ilgiliydi... Japon arkadaşların özel tasarım bisikletleriyle yaptıkları bir maç'tan ilginç görüntüler adreste karşıma çıkmıştı... Takdir ettim video'yu kullanıma sunanları... Bağlantı ise işte burada :).

-Özel tasarım demişken son ilginçliği de not edeyim... Puma'nın Biomega ile birlikte yaptığı göbekten vitesli(8 fites) katlanabilir bisikleti... Pembe ve Gri renklerde üretilmekte ve Banliyo Bisikleti (Urban Bike) adıyla tanımlanmaktaymış... Bir resim ya da ingilizce yazının çevirisiyle şu vakitte uğraşamayacağımdanbağlantıyı buraya ekleyip daha sonraya bırakıyorum:). Ama insanın bana bir tane yollayın diyeceği kısa mesafelerde binip diğer durumlarda toplu taşıma araçlarının herhangi birine rahatlıkla atıp gezinebileceği muhteşem bir icat olduğunu söylemeden edemeyeceğim... Puma TR'ye bu üründen getirmeleri konusunda bir baskı yapmalıyım :). Hatta reklam kampanyasını tamamiyle bana bırakmalılar, başkasının yapacağı inançsız girişimlerden daha başarılı olur. Ancak 1200 Euro'luk fiyatını(amaç yaygınlaştırmak olarak bakarsak ve TR şartları göz önüne alınırsa...) biraz düşürseler iyi olur... Yoksa insanlar bu donanıma 1200 Euro vermediği için geliştirme çalışmaları da yapacak ekonomik motivasyonlarıda olamayacak... Acaba Avrupa ve ABD'deki satış istatistikleri nedir? ''Out of stock''(Puma'nın kendi mağazası Türkçe yazmıyorlar henüz :@) diyor sitelerinde ama ''bu fiyat''(1200 euro demiştik değil mi? 1199'muş afedersiniz!) ve ''Steel''(söylenişi stil gibi ama çelik bissürü parça) özellikleriyle Rafa kaldırılıp unutulacak bu güzel icat!

Son olarak bisiklete kendimi gittikçe kaptırmaya başladığımın kanıtı olmaya başladı bu durum... Önceleri sadece ayda bir yayınlanan haberlerden ve forum dedikodularından dindirdiğim bisiklet hastalığı gittikçe çoşmaya başladı... Artık haftalık haberler yetmez bir açlığa eriştim :). Umarım kısa bir sürede bu iş düzene girer, yoksa gece gündüz bisiklet derdinden gelecek planlarım suya düşecekler...

Tunç
(Evet bunu da ben yazdım :D )

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Bisiklet Filmleri

Hatırlıyorum, bir süre önce bir internet sitesinde[:)] bisiklet filmleri festivali ile ilgili bir haber görmüştüm. Derken internet ortamında bir yerlerden reklamlardan linklerden vs bu sayfaya ulaştım... Geçen gün ise bir sinema dergisi aldığımda 78'nci sayfasında, babalar günü ile ilgili bir derlemede içinden bisiklet geçen bir filmden bahsediliyordu;

Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette) 1948 yılında Vittorio De Sica tarafından yapılmış bir film... 2. Dünya savaşı sonrası yıllara denk gelen bir döneme ait olan Bisiklet Hırsızları, fakirlik içinde geçen bir baba-oğul ilişkisi ile bir bisikletin yollarının kesişmesinin hikayesiymiş. Bütün varını yoğunu bir bisiklete yatırıp afiş asma işine giren bir babanın daha ilk gününde bisikletini çaldırması ve oğluyla birlikte onu aramasını anlatmaktaymış... Film ile ilgili ayrıca bir de wikipedia link'i bulunmakta...

Bu film ile ilgili başka bir haber, link, DVD yada VCD vs var mıdır diye ararken ise beni başka bir film'e götürdü; Link'te tükendiğini gördüğüm bir film olsada film hakkında oldukça geniş bir bilgi veren açıklamaya sahip siteden de bir özet alırsak hikaye şöyle;

Üç Tekerlekli Bisiklet, Ömer Lütfi Akad ve Memduh Ün'ün yönetmenliğinde çekilmiş. Orhan Kemal'in bir kitabından(Kaçak) uyarlama olan senaryosunda 3 kişilik bir aile ile 3 tekerlekli bir bisiklet kavramı ilişkilendirilmiş. Siyah beyaz olan bu filme 1965 yılında İzmir Film Festivali'nde En başarılı Film ve En Başarılı Kadın oyuncu ödülleri de uygun görülmüş. Başrollerde Nurhan Nur, Ayhan Işık[:)] ve Sezer Sezin(En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü almış!) isimleri yer almış. 1982 yılında Memduh Ün tarafından tekrarı çekilen filmde bu sefer başrollerde Tarık Akan ve Fatma Girik rol almışlar.

Bu filmlerden sonra varlığından haberdar olduğum bir başka film ise;
Beyaz Bisiklet, 1986 yılında Nisan Akman yönetmenliğinde Elif Film tarafından yapılan filmde 2 manikürcu kızın birlikte çıktığı yaz tatili konu ediliyormuş. Başrollerde Derya Arbaş(günümüz dizilerinde sıkça yer almakta olan bir oyuncu), Yaşar Alptekin(BSD üyesi olduğu iddia ediliyor; Link), Songül Ülkü(Anayurt Oteli ve Neredesin Firuze'de rol almış; Link), Sedef Ecer(Bir Yumurcak filmi de dahil olmak üzere çeşitli filmler; Link) yer amaktaymış...
İlişkileri, sorunları vs anlatılan film'de konunun bisikletle nasıl bağlandığını merak ediyorum bende :). Bu film hakkında bilgi bulmak ise oldukça zor oldu, en temiz bilgi bu linkte!

Birde 2002 yılından bir köşe yazısı gözüme takılanlar arasında, arasıra bakmakta yarar olur...
Tunç

Yayın Başlığı: Herkese Duyurun :P

Başlık yazıyla çok alakalı değil, Blogger'ın Başlık açıklama yazısıyla biraz laf ebeliği... Gelelim konuya; Bir video ve düşündürdükler...