Cumartesi, Aralık 23, 2006

İlgili Siteler :D [Geleceğe Posta!]

Selamlar,

İlgi alanlarım doğrultusunda miss'ler gibi anısı hatırası olan bu yeni bilgisayar ile bir yazı yazayım dedim. Bu ''ilk'' yazıda ilgi alanlarımla ilgili birkaç site tanıtayım dedim. Aslında internet tarayıcısının sık kullanılanlar kısmına eklemek te mümkün ancak bu bilgisayarında uzun bir süre sonra değişmesi olasılığına karşılık daha kalıcı olan bu alanı tercih ettim.

İlk başta ilgili sitelerin link'lerini vermek en doğrusu olacak gibi... Daha sonra bunlarla ilgili birkaç not düşüp durumu açıklar ve bu caanım ''ilk postamı'' bitirmiş olurum diye düşünüyorum.

1. http://www.mtbtr.com/
2. http://www.2teker.com/
3. http://www.seksenliyillar.com/
4. http://www.geziyorum.net/
5. http://www.bozcaadarehberi.com/ [ve benzeri tanıtım siteleri :D]
6. http://www.pandul.org/
7. http://www.birzamanlar.com/
8. http://www.tarihvakfi.org.tr/destek.asp
9. ...

Evet artık işe yarar olduğunu düşündüğüm siteleri bu başlıkta böyle sıralamaya devam edeceğim. Belki zamanla eklediğim sitelerde olan olayları vb durumları hemen linkin altına not edip açıklamları geliştireceğim... Belki bazı özel siteler için özel başlıklar'da açmam mümkün olabilir. Bunları da linklerin altında yeni haberin linkiyle burayla ilişkilendireceğim...

Haadi hayurlusu :D
Tunç

Perşembe, Aralık 21, 2006

Hatırladım...

Bir süre önce Çağlar ile konuşuyorduk; canı sıkılıyordu nedenini açıklamadığı bir keyifsizlik için ''hala neden kış gelmedi... abi bi yağmura çıkıp ıslansam hepsi geçecek biliyorum ama yağmur yok'' gibi bir sözü aklıma takılmıştı. Bu sözleri bir yerden biliyordum, benim de böyle dertlendiğim bir zaman, yağmurlarda ıslanmak istediğim bir zaman olmuş muydu? Dün akşam(21.12.2006) şefiminde nezaketli katılımıyla gezerken gerçekleştirmek istediğim gibi [sağol şefim! 4 duvar arası olsada ıslandım yeteri kadar!]

Az önce net'te gezinirken Şebnem Ferah'ı gördüm, nete iyice takıldım. İlgili konulara, videolar, şarkı sözlerine vb. baktım. Derken yukarıda anısayamadığım şey ile ilgili bir nokta daha yakaladığımı fark ettim. Pencerenin arkasından dışarıyı izlerken bulutlu gökyüzünde yalnız uşan* bir martı ve ıssız sokaklar gözüme takıldı... Orta okulda Şebnem Ferah ilk albüm yaptığında bana aldığı kaseti dinlemem için veren Selçuk geldi aklıma... [* bu klavye ile yazdığım son blog olacak galiba!]

Selçuk bir akşam apartman önünde, 4 yol tarafında şu anda dalları kesik ve mevsim nedeniyle seyrek yapraklı söğüt ağacı altındaki banklarda ''din ile ilgili basit'' bir konuşma sonrasında küsüp gittiğinden beri aklımda herhangi bir tanıdık gibiydi. Ancak verdiği kaset, o zaman ki müzik sohbetlerimiz, diğer kaset takaslarımız umarım her zaman aklımda olacak. Şebnem Ferah'ı ilk onun sayesinde dinlemiştim ve tabii ki kadın albümündeki Yağmurlar şarkısını da!

Şarkıyı dinledikçe aklımda bir yankılanma oluyordu, sürekli zihnim ''yağmurlar yağsın üzerime!'' diyordu. Nette buldum ve aynı havaya girdim. O zamanlar dinlediğimde bu şarkı neden beni bu kadar etkiliyor ki diye soruyordum. O zamanlar etkilemesinin nedeninden emin olmasamda şimdi nedenini biliyorum. Ben yağmurda ıslanmaktan ileri derecede keyif alıyorum! :( .

Tunç
[sadece bir aktör?]

Çarşamba, Aralık 20, 2006

MeSeNe

Boşver, koyver ödev yapıyor...
Gönül,
Muhabbet istiyor şairin dediği gibi,
Kahve! bahanesi oluyor,
Kahveye bile gelen yok
Ki kim neylesin muhabbeti
Bundan öte haber mi var?
Boşveeer, koyver ödev yapıyor de,
Geçiver!

{[Bakalım ileride de bu kadar anlatabilecek mi bu sözler beni... Sağol Sedat! iki soruyla yazdırdın bunları...]}

[koyuver(oluruna bırak) sözcüğü kızgınlığa vb yorularak küfür olarak algılanmasın diye özellikle mevcut şöylenişi gibi yazılmıştır.]
Tunç

Cuma, Aralık 15, 2006

Ardına Takılıp...


Sarhoş Balık ile Topal Martı'nın hikayesini biliyor musunuz? Nasıl başlar o şarkı; 7'tepe'nin sırtında yollara düşme isteğiyle başlar... Bir tekir kedinin peşinde olmak kaydıyla... işte bu Sultanahmet çevresinde gördüğüm bir kediydi... Bu şarkıyı hatırlattı bana... topal martı ve sarhoş balığı'da hatırlattı elbette...

Artık hayırlısı olsun... mühim olan ''gel denizin gel yüzüne'' kısmından sonra geliyor şarkıda... ''buluşalım* orada senle'' diyor... Ne balık martıyı suya çağırıp boğulmasını bekliyor, ne de martı balığı havaya çağırıp yemeyi düşünüyor... Sınırları zorlayan ama sınırları aşmayan iyi niyetli bir heves... Yukarıdaki de çok güzel hikayesi olan bu şarkıyı hatırlatan bir fotoğraf... Buyurun seyreyleyin...

Tunç

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Eklemedir Koca Konak...

Bir türkü sözü başlıktaki... hiçbir düşünceyle hiçbir eylemime alakalı olmasa da boş bir ekleme'dir başlığı yerine böyle hoş bir bağlama yapayım dedim... Belki ileride birgün okuduğumda türkü sözlerini merak eder okurum... Elbette rastgele bir türkü sözünü merak edip okuyacağımı düşünmüyorum, neden bu olduğunu, bunu yazdığımı da sanırım bu sebeple belirtmem gerekiyor...

Bugün Sultanahmet ve civarını gezdim, orada bir sürü tarihi yapı arasından sıyrılarak aslında benim için önemli olan arkalarda kalmış ıssız, dar sokaklar gezdim. Sonra hiç sevmediğim kalabalık halde olan Hipodrom meydanına çıktım... Hipodrom meydanı aslında keyifli bir mekan olsa da içerisindeki kalabalık hiç hoşuma gitmiyordu. Aslında Ayasofya'ya bile gitmek vardı aklımda ama o rahatsız edici kalabalığa[başka çeşitli nedenleride var!] girmek istemedim ve en ıssız kısım olan Türk-İslam Eserleri Müzesine girdim... Zaten müzenin bulunduğu sarayın balkonunu görmek bile binayı merak etmeye yetiyor! Bu gün içi etkinliğimdeki dar sokaklardaki evlerin bazılarında sonradan yapıldığı sırıtan eklemeler vardı ve bu durum bana acaba türkü'de geçen tanımlama bunun gibi bir durumu mu anlatıyor dedirtmişti...

Bu kadar Sultanahmet ve çevresinden bahsedip fotoları eklememek olmaz sanırım... Yaklaşık 50mb olan fotolar bu Link'te...

Ekleme kısmına gelir isek...
Adres'indeki yazının sonunda belirttiğim kısım ile ilgili... Verdiğim kararı buraya eklememi istemişim ama komik(gerçekten komik mi?) bir şekilde hesapta olmayan birşey gerçekleşti... Benim karar vermeme zaman bile olmadan öteki' konumuna düşmüştüm. Artık buna alışmaya çalışıyorum. Ne kadar keyif vermese de başkalarının keyiflerinden kendime pay çıkarma polyannacılığını oynamak durumundayım... Umarım hayırlı olur.

Tunç
{kyijhzom}

Salı, Aralık 05, 2006

Yolda 5!...

Trafik sen ne işe yaramaz birşeysin...

Elbette bende biliyorum, büyük şehirlerin problemleride büyük oluyor vs... Hatta olmasını istediğinizde, ihtiyaç duyduğunuzda kaybolacak kadar büyük. Sanki bir canlı organizma, ''size en fazla nasıl eziyet ederim''i bulup onu uyguluyor...

Bozcaada da yaşamak vardı :(. O sakinlikte, dinginlikte, huzurun içinde surları gezmek, sokak aralarını turlamak, rüzgar güllerinin uğultusunu dinlemek vardı... Hatta hem tabanvay ile, hem de bisiklet ile pek de güzel olabilirdi bu etkinlik! Minibüs sesi, otobüs sesi, kornalar, egzoz isi(fransızca'dan geldiği söylensede ingilizcesi exhaust, ne yazık ki ''doğrusu bu!'' diyebileceğimiz bir yazımı beirlenmemiş), magandaları vb. olan böyle bir şehirde yaşamak zorunda olmak ne de işkence...

İşkenceden zevk alır olmuş, her an tehlike altında olmayı kabul etmiş bir toplulukla yaşamak, hiçbir güvencesi olmadan hayattan zevk almayı bilenlerle olmak vs. ... bu da güzel birşey, ama ötekileri düşünmeden yaşanabilecek mekanlara da ihtiyaç duyuyor insan! Ya da ötekilere karışabileceği mekanlar arıyor... Karar veremedim hangisini daha çok istiyorum diye... Biliyorum ikisi de gerekli ama bilmek istiyorum ''hangisini daha çok istiyorum!''.

Bugün de kısa oldu ama... ileride herşeyi, her ayrıntıyı hatırlamak istediğime de emin değilim... Yolda kitap okurken aklıma gelen bir kulağa fısıldama ve kıskançlık hikayesi vardı, ama onu da sadece hafızama saklamaya karar verdim. Ya da ileride unutma korkusuna kapılırsam aklımda kaldığınca buradan bu notu okuyup yazarım birşeyler...

Tunç
{zibmp}

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Tekerleme...

Bugün bu saatte gözüme uyku girmiyor... İlk defa bir işim olduğu vakitte uykusuzluk ile mücadele etmeden ayakta durabiliyorum... Veri dosyalarımı hazırladım, düzenledim ve bu yazıdan sonra grafiklere dökeceğim...

Tekerlemeye gelir isek; nedir bu pol-dipol, neden aklıma takıldı ki dedim ve başladım düşünmeye... Bir gün Wenner ve Schulumberger başlamışlar dans etmeye... Tabi bunların dansından sonra dipol dipol de bir anda ortaya çıkmış... Derken oyun bir anda kırıcı olmaya başlamış. Wenner ve Schulumberger'in oyunu bir güç gösterisine dönüşmüş... işte o anda olan olmuş ve Dipol-Dipol kontrolünde olmayan bu durumda bir darbe almış... Sonra bakmışlar ki bir bacağı kırılmış, çook uzağa fırlamış...

Hiçbir temeli, hiçbir mantığı anlatılmadan bize ''söylenen'' bu kelimeleri hala da çözemediğimin farkındayım... Sinirimin bozuk olduğu zamanda bunları kullanayım da işe yarasınlar deyip kullandım. Ne komik olduğunu ne de acıklı olduğunu düşünüyorum. Grafk çizmeye başlamam gerekli sonuçta... böyle sabahlamak insanın kolay kolay eline geçicek bir fırsat değil...

Tunç

Cumartesi, Aralık 02, 2006

Bisiklet yeniden...

Bisiklet ile ilgili yazılarıma tekrar başlamam çok ilginç olabilir. Bu durum birkaç haftadır etkisinde olduğum baskın şekildeki zihinsel isteklerden fiziksel isteklere geri geçişin bir göstergesi olsa gerek...
[Ya da bir vefa örneği olarak sıkıntılarımda bana arkadaşlık eden, beni pedal çevirmekten başka uğraştırmayan ve tüm sıkıntımı alana, bisikletime bir teşekkür olabilir. Yazı üstteki düşünceye göre devam edecektir. Bu içinde bulunduğum aptallığın iyi ve hep düşünülen tarafı olduğundan düşünülmeyen taraftan bakmayı tercih ediyorum.]

İş yapmadığım, hiç yorulmadığım zamanlarda halsizlik hissettiğim bir dönemin etkisinden kurtulmak için sanırım bu en iyisi...

---
Bisiklet ile gezintimden bahsetmek gerekirse; yaklaşık 32km yol, yine yaklaşık 1.30 saatte ve yine yine yaklaşık 20km ortalama hız ile geçmiş gitmiş... Sahilde serin ama güneşli, cumartesi olduğu halde temiz yani mangalcı dumanı olmayan bir günde özlediğim bir zevk vardı. Bisiklete binerken düşündüğüm gibi: ''acı çekmekten zevk* alır olduğum şu günlerde ilaç gibi geldi!''. 3 haftadır bisiklete doğru dürüst binemememin etkisiyle ne kadar gerilediğimi görsem de bu bir ilaçtı ve sanırım iyi geldi. En azından bundan sonra kararlarımda daha az aceleci ve acemi olduğumu düşüneceğim.

Sahilde açık havanın etkisiyle gölgeme bakıp pedal çevirişimi izlemek, önce önümü ezberleyip daha sonra güneşte gözümü kör edip en sonunda da önümü görmeden cesaret yettiği kadar[genellikle 1-2sn oluyor, ancak 15sn gibi bir süre'de kaydettim bu aksiyon için :).] bisiklet sürmek yine çok keyifliydi! Ayrıca daha önceleri dikkat etmediğim şekilde adalar manzarasına bir bayrak eklenmişti ve bu bana keyif vermişti. Bu bayrağın Heybeliada'ya dikilmiş olduğunu söylemek sanırım birçok kişi için yeterli bir açıklama olur. Ancak yanlış anlaşılma olmadan bunun fanatik bir milliyetçilik olarak yorumlanmaması gerektiğini de söyleyeyim. En son aklımda kalan ise; denizde güneşin ışınlarının yansıdığı bölgelerdeki balıkçı gemilerinin gölgeleri ve onun peşindeki ''topal martılar''* ise yine düşüncemi zevkten acıya çevirmişti...
---

Not:Parantez içinde belirttiğim gibi yazı ilk düşünceye göre aklıma gelenlerle devam ediyor... Umarım ikinciye göre olan bir yazı yazmayı beklemeden aklımdakini yaparım...

Böyle düşünmemde beni korkularımın mı yönlendirdiğini sorgulamadan duramıyorum, ancak belirtmek gerekirse; en azından ''korkmadığımı düşünüyorum'' diyebiliyorum.
Küçüklükten aklımda kalan bir söz ile durumu benzeştirmek sanırım daha faydalı olur. Bu sözü söyleyende futbol oynamak istediğim bir zamanda beni bu sözle uyarmıştı diye hatırlıyorum. Hem okul hem futbol oynamak gibi bir düşüncem olduğu bir zamanda bana ''çok uğraştırır, cok uğraşırsan bilki boş uğraşırsın!'' demişti. Aynı fazla naz aşık usandırırdaki gibi :).

Amaan ne olacak ki? Bir ay sabrederim, daha sonrasında göz görmeyince de gönül avunur diyorum. Ne kadar bu düşünce etkisinde olsam da aklıma bir yandan da bir şarkı geliyor... Şarkı sözlerine takıldığım bu dönemde bir başka şarkı ''daha da aptal'' olmama yol açıyor. Bu şarkının sözleri için bu
link'e tıklamanız yeterli...

İleride görüşmek üzere...lütfen sonucunu, neye karar verdiğini buraya da yaz!
Tunç
{inbpy}

Perşembe, Kasım 30, 2006

Buz çözücü...

Bu aralar postalar vb. ile gelecekle ilgili deneyimli tanıdıklarımın tavsiyelerine başvuruyorum. Biri de Erşan! Paşamın üzerinde düşündüğüm konularda deneyimi yüksek!... Yazdıklarıma geniş çaplı bir açıklama-cevap yazmış. Benim aklımın hep bir kenarında olup kolayca dışarı vuramadığım bir durumu da tahmin etmiş... Aynen şöyle;
...
Son olarak, bir kiz ... bu durumda asistanlik sana zorluk yaratir. O yuzden ... ya da ... sirketini dusunmende fayda var. Arastir bakalim; her donem 1 yada 2 ders alma sansin varmi okulda. Bir ders alirsan kesiin gecersin. Master 1 degil 3 yil surer ama biter.
...

Rastlantılar bu ya içi temiz olan paşa bunu da görmüş :). Her nekadar deneyiminin yüksek olması ile de alakası olsa, içine doğmuş. Soramadığım, alakasız türde gözükebilecek konulara da cevap vermiş...
Seviyorum bu dikkatimi! ayrıntılara takılıyorum ama dertlerin yanında çok değerli anlık* neşeler de veriyor... *Sürekli de olur umarım!

Tunç
{[acı mı? Hayko vermiş cevabını: Ben Gideyim'de!]}

Buzdolabı...

Uzun zamandır ilk defa yalnızca beni ilgilendirmeyen bir konuda bencilce davrandığımı düşünüyorum. Sadece kendi açımdan olmasını istediğim gibi yorumladım olayları, ama bugün bir sahnede uyandım durumuma... Etkiler ve kararlarda sözü olacak tek kişi ben değildim.


Bencillik zaten rahatsız olduğum(, olunması gereken) bir durum. Çoğu zaman yalnızca beni ilgilendiren konularda bile salak gibi bencilce davranmamaya çalışırdım. Ancak bu sefer sadece beni ilgilendirmeyen, sadece bana bağlı olmayan konu ve konularda 'eğlenerek' bencilce düşündüm. İnanılmaz derecede hoşuma gitse de insan bencilliği sevmediği için bu uykudan çok kolay uyanabiliyor. 3 haftadır yavaş yavaş yükseldiğim bencillik merdiveninde bugün ayağımı kaydıran bir fotograf gördüm. Ya yanılıyorsam diye...


Evet belki rahatsız olduğum bencillikten kurtuldum ama hiç mutlu değilim. Belki içinde bulunduğum stresten çok alıngan davranıyorum. Herşeyi korkularım etkisiyle yorumluyorum. Bu durumdan ben de hiç mutlu değilim. Bu yüzden bir düzene oturtmam gerekiyor. Farklı konuların streslerini birbirleriyle ilişkilendirmemem ve hiç kimseye ve hiçbir şeye haksızlık etmemem gerekiyor.


Burada alınganlık, darılganlık, endişe vb.den hiç bahsetmiyorum bile... Diyorum ya; aklımı başıma almam lazım. Bir süre buzdolabı gibi olabilirim ama şu anda bile bu tribi aşmaya başladığımın farkındayım, uzun sürmez.


Tunç

{Trum Tiki Tak; Makinalaşmak mı istiyorum '?'}

Pazar, Kasım 26, 2006

Hayko Cepkin Şarkısı...

Ne yazık ki bir Yolda 4 olamadı bu... Çünkü bugün eve tıkıldım kaldım. Bilgisayar başında yapmam gereken şeyleri yapmaya çalıştım... Yaklaşık 3-5 gündür müzik dinleyerek içimdekileri bastırmaya, kabaran yüreemi dindirmeye çalışıyordum. Derken mesajlar, haberler vb yavaş yavaş rast gelmeye başladı... Gittikçe öğlen yazdığım yazının işlerin yoluna girmesiyle alakalı olduğuna inancım artıyor :).

3 gündür görmediği, vurgunu olduğu, uğruna yana yana yollara düştüğü cımbızından(çok komik bir tanımlama olmuş. Tıpkı benim cesaret edemediğimde kaçamaktan uydurduğum kelimelere benziyor. Bakınız: Tırtıl) bahsediyor. Kim mi? Görmüyorsun şarkısıyla Hayko Cepkin. Durmadan duraksamadan suçlu muyum? diye soruyor. Viran hallerde, kederde olduğunu sebebinin ise oratada olduğunu söylüyor...

Şarkı sözleri şu adresten bulunabilir... Uzuun süredir dinlemiyordum türkçe şarkıları ama gittikçe kapılmaya başladım...

Bundan sonra uzuun bir süre yabancıları görmeye tahammül bile edemeyecek gibiyim.

Tunç
{bilmeyenler utansın! :) }

Üşenenin... :) [küfür yok korkma be!]

Bu hafta içi çok içtiğim için kimlerle muhabbet ettiğimi, neler yaptığımı hatırlasam da; ne konuştuğumu, nerede konuştuğumu tüm ayrıntısıyla hatırlamıyorum... Ancak şu andaki halimi özetleyecek bir sözü(aslında deyimmiş) az önce TV izlerken hatırladım...

Üşenenin oğlu, kızı olmazmış...(anonim)

Deyimin anlatmak istediği, birşeyi elde etmek istiyorsan; tembel tembel olturmamalı, bunun için çaba göstermeli, uğraşmalı didinmeliymişsin... Bu aralar üzerimde hakim olan üşenme duygusu için duymam gerken söz buydu herhalde... Bitirme ile ilgili hevesim kırılıyor üşeniyorum. Gelecekte yapmak istediklerimle ilgili harekete geçmede üşeniyorum. En önemlisi gelecekte olmak istediğim yer ve kişilerle ile ilgili düşünüyor, düşünüyor ama en sonunda üşengeçliğime mağlup oluyordum... Ve ...

Yukarıda bahsi geçenlerle ilgili teker-teker harekete geçmeye başladım. Yavaş yavaş ilgili olan kişilere kendi düşündüklerimi açmaya başladım ve onların eğilimlerini gözlemleyip sonuca yönelmeye karar verdim. Bitirme ile ilgili; ''inadına yapacağım, ne kadar uğraştırsa da üstesinden geleceğim'' andını içmiş bulunuyorum. Gelecekte ise, bitirmede and içmemle aynı nedenle piyasa bilen, iş bilen bir akademisyen ya da ona benzer birşey olmak... Okulda gördüğüm bir sürü işini az bilen arasından(istisnalar alınmasın lütfen!) sıyrılmamın zor olacağını düşünmeme bile gerek olmadığını biliyorum.

Daha önemlisi ise bu tür işleri yaparken sürekli yanınızda olmasını isteyebileceğiniz kişilerle ilgili... Çalışma alanları, planları, hedeflerinden bağımsız olarak; kişilikleri ve kendilerine has olan özellikleri bakımından her zaman ihtiyaç duyacağım türde arkadaşlarımla birer-birer konuşuyorum. Sanırım en büyük yanlışı en önemliyi sona saklıyarak yapıyorum ama bu heyecan'da başka güzel geliyor insana...[çok fazla üzatmamak kaydıyla...]

Kendi bildiğini tartışmasız doğru kabul edenlere inatla bu kararlara erdiğimden; bugün bunu not ediyorum. Yarın birgün aynı hataya düşersem enazından okuyan birisi; ''uyarsın beni!'' ve ''yanlışımdan döndürsün!'' diye...

Tunç
{Şu anda Hayko Cepkin-Fırtınam dinliyorum; Sen estikçe ben titrerim!}

Perşembe, Kasım 23, 2006

Tarihe not olsun!

Hep kızardım; ''ne kadar tembel milletiz, daha doğru dürüst konuşmaya dermanımız yok!'' diye... Doğru cümle kurmaya özenmeyenlere, ağzında 1-2 kelimeyi geveleyip birşey anlattığını sananlara uyuz olurdum. Kendimi çok ala bir konuşmacı saymıyorum elbette... Benim de yanlışlarımın olduğunun bilincindeyim ve düzeltmeye çabalıyorum.


Ancak bugün ki ''gevşekler ve geveleyenler'' sonucunda umutsuzsanız, umut ''sussanız*'' diyebiliyorum. Hayal gücümün gelişmesinde çevremdeki bu tip insanların etkisi olduğunu düşünüyorum. Onlarda gerekli bize; hayatımıza renk katsınlar diye...

Güneşin doğuşunu gördüğüm şu saatlerde, bugünün güzel olacağını düşünüyorum.
Tunç

Ağğh! Bulanmışım... Bunalmışım...Yolda 3...

Bir ''yolda'' yazısı daha :) Yolda 10'da görüşmek üzere :D...

Yolda 2 için TIKLA!

Bugün eski bir arkadaşımla karşılaştık. Turgut, Arda, Çiğdem ve ben uzun süredir görüp dertleşemediğimiz Burak ile oturup sohbet ettik. 3-4 gündür, çeşitli* nedenlerden dolayı, yalancı uykular dışında uyumadığım için çok uzun sohbet edemesek te, yanlış anlaşılmamak için kendimi mümkün olduğunca susturmaya çalışsam da, kayda değer düşünceler üretmeme yol açan bir görüşme oldu. Taksim'de hafta içinin sakinliğinden faydalanarak bulduğumuz sakin bir ortamda benzer dertlerimizi dile getirdik, ortak şekilde ancak koro olmayarak; 'öff' ledik 'puff' ladık 'ağğh' ladık.


Okuldan atılmamdan öncesi ve tabi ki sonrasına dayanan bir hikayesi olan arkadaşımı,Burak, burada şu anda afişe etmesem de, Turgut'un reyting çeken bir yazısı olursa bu işe de girişeceğimi tahmin ediyorum. :) Merak edenlere Turgut'un yazıları: burada...


İşin yoldaki kısmına gelirsek, günlerin yorgunluğu, stres, ve 1.30lt biranın etkisiyle sürekli 'ağğh' lıyordum. Aslında daha ilk yudumda bulanıp, bunalma belirtileri görülsede kendime dur demedim. İçimden birşey sürekli 'ağ' biriktirip boğazıma doğru yolluyordu. Bunları yutmak için birşeyler yeyip içmek gerekliydi diye düşünüyordum ama başarılı olamadım. 'Ağğh' lamamak olasılık sınırları içerisinde değildi! [Ağlamak, aslında aynı şeyden bahsediyorum. Ancak, pop şarkılarımızdaki gibi sadece ''gözün kenarındaki 2 damla'' gelmemeli insanın aklına! ]


Yolda beynimi tırmalayan şarkının sahibi ve özelliklerini çok anlatmam gerektiğini sanmıyorum. Bu günkü sanatçımız; Özlem Tekin ve şarkısı Değmez. Her ne kadar başlangıçta doğru bir öğüt olan ''herşeyden alınmayalım'', ''içip-içip sapıtmayalım'', ''ağlamanın, kızmanın alemi yok!'' gibi toplum yararlısı öğütler olsa da bu dediklerine yol açacak şekilde öğütleri hemen ardında görebiliyorsunuz. ''Yalnız kalmanın alemi yok'' gibi sözler bunlardan sayılabilir. Daha sonra ise bütün bunların apayrı bir noktasına kaçtığı, yani soruna gidip, bir düşünce dile getiriyor(Nekadar söz yazarının ''Buraya 'cool' bir laf ekleyelim'' gibi bir kaygıyla kattığını düşünsem de; üstteki eleştirimde samimiyim, sonuçta benim yorumum.). Bunun ne olduğunu anlamak için ise şarkıyı dinlemek gerekiyor, burada yazmayacağım:). Ancak sorana söyleyebilirim.


İşte tüm bu gelişmelerden sonra bende film yine koptu... Allta olanlar başıma[aklıma :)] geldi...




Söylediğin her sözde çığlara gömülmek, her hareketin, her tepkinde ölecek gibi olmak, ama yine de devam etmek, devam etmeye çalışmak, gücün yettiğince direnmek... Hiç kolay değilmiş... Kendimi kandırıyorum, heran ççççç(nedir bu?) isteyip yine de bu duyguya karşı direnmeye çalışmak, korkuya yılgınlığa direnmek, düşünceli davranmanın erdem olduğu öğretilen şu dünyada, her düşünceli davranışın kendine karşı düşüncesizlik olduğunu bilmek, buna rağmen böyle yaşamak çok zor. Bundan sonra birazda olsa bencilleşmeye başlamam gerek sanırım. (Görüşme sırasında aklımda kalan, ancak aynı zamanda gün içinde karşılaştığım ''örtülü eleştiriler'' sonucunda günün getirdiği bir karar...)

İnsanın kendi kendisinin yıktığı duvarlarına, yine kendi kendisinin mantıksız davranmamak için yeni duvarlar örmesi ne kadar zor biliyor musunuz? Bilmem anlatabiliyor muyum ama; değişiyorum, başkalaşıyorum heranımda...
[böe]Hayat bütün bunlara rağmen direnenleri hep bir zoru, bir üstü ile sınıyormuş. Bunlara direnmek mesele değil de, ya bir dayanma sınırı varsa? ''Ben bu sınıra kadar dayanabilir miyim?'' diye korkmadan edemiyorum. Bununla beraber, ''ben bu sınırı nasıl aşarım?'' sorusunun cevabınıda düşünüyorum. Kendime bu konuda bir tekerleme ürettim. Heran ççççç isteyip yine de bu duyguya karşı direnmeye çalışmak nedir? biliyor muyum diye... Artık ''uğurlusu olsun'' demekten, oluruna bıramaktan başka sağlıklı çözüm bulamıyorum.


Bu kadar mı? denebilecek kadar az geldi bana... Aslında gün içinde kulak misafiri olduğum bir sürü ''çalışılmış rastlantı'' duyduğum ve aklımı kemirdiği halde buraya not etmediğim aşikardır. Ancak otobüs parçalarında yine ilginçlikler oldu... Hem de bunların gerçekten olduğunu biliyorum, emin olamadığım, gerçek üstü, hayal olan bir kısmı olduğunu sanmıyorum.


Önce 129T adlı araca bindim ve bir süre sonra araba boşaldıkça oturma fırsatı yakaladım. Günlerin yorunluğuyla araçta uyumuşum. Son durakta bir yolcunun ''takılma abi burada'' diye sırıtan ve gevşek bir uyarısıyla uyandırılırken bir diğer yolcu grubunun devam eden ''... ayrıntısıyla konuşmalıyız abi'' diye süregelen repliğine şahit oldum. Bunlardan, ilk başta uykudan ayılırken, uyuklarken aklımdakilerle uyumlu olarak ''ayrıntılara takılma'' gibi bir mesajla dürtüldüğümü sansamda iyi bir veri işlem ile hemen bostancı durağında olayı çözmüştüm.


Daha sonra bostancı otobüs durağında notlarımı alırken bomboş 16A'yı kaçırdım... Elbette gün boyu kullandığım ve üretimi devam eden 'ağğh' larımın etkisiyle bir haykırmışım ki duraktakilerin haksız olmayan; ayıplayan ve küçümseyen bakışlarını üzerimde gördüm. Tekrardan ''başladı yine, yazayım şu olayları'' derken(bir süre sonra unutuyor insan herkes yazarak düşünmeli!) durağın camına yasladığım kağıdım ve kalemimin oyunu sırasında duraktakilerden biri ''abi 21A geldi, işine yaramaz mı bu da'' deyip beni kaçırdığım bir fırsatı kovalamaya sevk etti...


Daha sonra yorgunluk ve otobüsün klimasızlığı* vb. sonucu sıcak olması etkisiyle yine uyumuşum. Bu sefer maltepe civarında söför amcanın garaja gideceğim gibi garip bir bahanesi ile ben uyurken kaçırdığım fırsatı yakalamamız(dürüst olmak gerekirse; fırsatı neredeyse fark edemiyormuşum :) ) ve sonucunda sonradan benimle aynı durakta inecek olan birisinin uyuyan bana ''haydi bir ileriye geçiyoruz'' deyip 16A'ya kadar eşlik etmesiyle şansımı ve[böe]'de eksik olanı bulmuştum.


Bunları yazdığım anda kendimi oldukça rahatlamış hissediyorum. Burak'ın yaşamış olduğu birsürü hayal kırıklığına rağmen yine gaz vermesini çözmüş değilim. Savunma bekliyorum.

Tunç
Not: 3 Hürel ve Ogün Sanlısoy albümlerini bul... :)

Salı, Kasım 21, 2006

22:37 Aklım karışık sanıyordum...

Açıklanacak birşey yok... Doğruca ekliyorum...



...
Tunç - Kahve Molası (22:01):neden rahatsız oldun abi onu söylesene
B1 (22:01):söyliyimde yaz onuda dimi bloga
Tunç - Kahve Molası (22:03):ne diyorsun be? uff...
B1 (22:04):aklın kimde diyorum
Tunç - Kahve Molası (22:06):bugün gösterdim ya sana aklımı sen almadın mı o arada...
B1 (22:06):ben almadım bende değil
B1 (22:07):nerde lan aklın?
B1 (22:07):düşürdün mü yoksa?
Tunç - Kahve Molası (22:12):puuu bilmem ki :)
Tunç - Kahve Molası (22:12):herhalde aldı birisi aklımı başımdan : )
Tunç - Kahve Molası (22:13):dur bunu ekliyim bloga çok güzel oldu be!
B1 (22:14):her boku ekle
Tunç - Kahve Molası (22:14):eyv. her bok ne? nasıl ekleniyor :D
B1 (22:15): ...(tüm hakları ben de saklı olan bir yorum :D )
...




İşte budur... Bu da tarihe bir not oluversin. Başlıkta dediğim gibi, aklım karışık sanıyordum ama tespite göre aklım başımda değilmiş :).

Tunç
{çıkmadı}

Beslenme...

Açlık büyük bir sorun. İnsanın aç kalması yapmak istedikleri, yapmayı düşündükleri vb. üzerine birçok şeyi engelliyor. En canlı, en kıpır kıpır insan da bile bunun etkilerinin böyle olacağını dağ ortamında görmüş olarak bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Açlıktan bahsetmemin önemli bir sebebi ise bugün öğlen vakitlerinde anlam veremediğim bir karın ağrısının beni sarmasıydı. Aç olduğumu sandığımdan yemek yemeye karar verdim... Sonra yemek yerken yanımda bulunan Hüseyin'e nedense ''abi bu nasıl bir ağrı ya? yemek yiyemiyorum, insanın karnı neden ağrır ki'' dedim...

İşte film burada koptu. Hüseyin şamar gibi bir cevabı suratıma yapıştırdı ve beni susturdu... Hüseyin'in cevabı ile birlikte başka sorduğum birkaç arkadaşın cevabını da buraya ekleyerek size sunayım. Artık hangisinin Hüseyin'in cevabı olduğunu siz tahmin edersiniz. İstediğinizi seçebilirsiniz :).



A- (Birşey) İçine mi oturdu?
B- Ben biliyorum senin derdini, ama ortam müsait değil!(MMK önü, kalabalıkta)
C- Benim yüzümdendir.
D- Nasıl nedendir? Heyecandan? Sınavın mı var? Kabız?
E- Aşık mısın? Ben: neden öyle dedin? -aşık olunca insanın iştahı kesilir, karnı ağrır da...
F- Stres, gaz olabilir, havadan?
G- Bir sürü nedeni olabilir.(çok umursamaz bir tavır :( )



Hüseyin söylediklerinden sonra biraz nasihat vermeyi de ihmal etmedi. ''Abi eğer öyleyse dert etme... Her şekiliyle güzel bir olay bu'' diye... ''Karşılığı olsa da olmasada güzel''... Gün içinde karnımın ağrısı yavaş yavaş geçer gibi yapsa da geri gelen bir yapıya sahip. Bu yüzden büyük konuşmamak en iyisi :).

Tunç
{tzmmepan}

Anlama, Kavrama meselesi...

Elbette herkes aynı yetenekte değil, ancak bu yeteneksizliklere karşı elimizden geleni ardımıza koymamızı gerektirmez... Size burada bir anlama yeteneksizini ifşa ediyorum... Buyurun;



... resimli şekilli bir çalışma sonrasında...
T. B. (00:51):anlasam niye olmasın
T. B. (00:51):da
T. B. (00:52):ordan çiz burdan çiz diyosun
Tunç (00:52):anlayışına z.çayım T.!...
T. B. (00:52):ben ötmem kuş gibi
T. B. (00:52):z.ç abi
T. B. (00:52): :D
T. B. (00:52):kedi gelmez
T. B. (00:52):bokun içinde yaşarım
Tunç (00:52):hımm aferin sana... :D
Tunç (00:53):bana böylece dana demiş oldun sanırım... :D
Tunç (00:53):işte bu da anlayışına z.çmaya bir neden...
T. B. (00:53):yok canım :D
Tunç (00:53):hadi iyi geceler...
T. B. (00:53):saol saol saol



İşte böyle bir iletişimsizlik örneğini de tarihe not etmiş bulunuyorum. Her nekadar saat geç olsa da zeka sınırları içerisinde bir iletişim kuramadığımızın göstergesi olsun bu diyorum... Zaten insanın aklı başka yerde olunca hiçbir zaman başarılı iletişim kurmak mümkün olmuyor...

Tunç
{juzdrd}

Pazar, Kasım 19, 2006

Dünden Bugüne...

Halim berbat, ağzımda, gözlerimde, karnımda bir kuruluk hissi, kolarımda, bacaklarımda bir sızılama, boynum tutulmuş, başım zonkluyor... Dün gece ateşim başımdayken ne akla hizmet ise gece 4'e kadar bilgisayar başında blog yazdım. Sadece blog yazmadım tabi sohbetler, hayaller de vardı kafamda... Yeter artık! deyip bünyem iflas ettiğinde, yatağa gittiğimde ise karşılaştığım durum ''deli gibi titrme''ydi... Her insanın üşüdüğünde aklına gelir mi bilmem ama sarılacak sıcak birşey* arıyordum...


Şu anda dünki salaklığımdan dolayı daha da kıvranıyorum ve hala ne içinse artık! blog yazıyorum. Hastalık, yorgunluk derken abimin yaptığı çığırtma'yı ve sebze çorbasını yedik. Hasta olduğumdan pek bi tad alamıyordum ama sıcak birşeyler yemek uyumaya sevk etti beni. Hasta halimle rüya gördüğümü mü yoksa bir Civan-Şahaneyi hatırlamam mı daha önemli bir konu bilemediğimden bunun seçimini 'sana' bırakıyorum.


Şimdi uyandım bilgisayarı açtım ve tam kim varmış kimler varmış derken telefon çaldı. Arkadaşın sınav tarihi sormasıyla mevzuya uyanmam ve ''benim sınavlarım yok mu ya?'' demem bir oldu... Sınav programı vs. çıkarayım, çalışayım derken telefonumdaki cevapsız çağrıları gördüm...


Cevapsız çağrıların sahibi Balcan idi. Kendisi 4ncü kez Fenerbahçe-Beşiktaş maçı olduğu bir zamanda Kütahya'ya gidecek olmanın verdiği rahatlıkla beni 4 kez aramış. Belki dün gece 4'te yatmamın bu rastlantılarla alakası vardır diyecek gibi olsam da nedenini bildiğimden böyle bir dedikodu türetemiyorum. Onu geri aradığımda {4 kere çaldırdım :P}anlattıkları karşısında çok heyecanlanmıştım ve büyük bir sabırsızlıkla kapıyı çalmasını beklemiştim.


Balcan, Ayla teyzemin hasta haliyle bile çok düşünceli olması sayesinde eli boş gelmemişti. Hatta asıl amacı sırf elindekileri getirmekti. Bir tencere etli bezelye, bir tencere tereyağlı pirinç pilavı, bir tencere taze fasulye ve bir tepsi patatesli böreği daha da büyük bir tepsiye koyarak bize gelmişti. Ayla teyzemin kendi hastalığını unutup bizim için bu kadar uğraşması bir yana, benim de hasta olmam ve güzel yemeğe fazlasıyla ihtiyaç duymam yüzünden ilaç gibi gelmişti.


Bu yaşadığım terapi sonrasında zihnimin biraz açılması sayesinde buraya bunları yazmaya karar verdim. Umarım yarına daha ayılmış durumda girerim.


Tunç
{nfotssp}

04:35

Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:00):
bu saatte giren deliyi de ilk defa goruyorum...
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:00):
millet aksamdan kalır vb. olum senin derdin ne?
ma (02:01):
ya ne güzel işte msn boşken bi giriim dedim
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:01):
ben hep buradayııım!
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:01):
yanıyorum ma yanıyorum, ateşim başımda
ma (02:01):
nie laa?? ne oldu kine
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:01):
40 derece? yok yooook! 45, bu başka ateş bence...
ma (02:01):
yok 50
ma (02:02):
ooooooooooooooo
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:02):
valla bisiklete bindim onda üşüttüm sanıyordum ama...
ma (02:02):

yoksa?
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:02):
bilmem ki bu en başkası... bu en delisi
ma (02:02):
walla sen bilmezsen ben hiç bilmem
ma (02:02):
bu arada bu şirin şey kim, resim deki
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:03):
niye lan sen yaşamıştın bunları...
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:03):
benim yiğenim... valla o bakışlar... babamda, bende herkeste var... abi göremedim hiç ama benim yiğenim olduğuna %100 emin olabiliyorum.
ma (02:04):
aha bu da benim yieenim :)
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:04):
hişş lan deli benim yiğenime asılmasın bacaklarını kırarım onun...
ma(02:05):
szin ki kız mı erkek mi
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:05):
cık lan yigenimin yanından aloo kime diyom...
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:05):
Derya Ece adı...

...
ma (02:06):
bu arada az önce destan yazıp sildin galiba
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:06):
hıı iyi... o zaman tanıştırırız... milletin aklını başından alırlar... kızların bize yaptığını yapsınlar... bakalım nasıl oluyormuş... izleriz...
ma (02:06):
bak yine yazı sildin!
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:07):
yok ben senin altta birşeyler yazdıgını gorünce durup bekliyorum ondan
ma (02:07):

...

Gecenin Köründe Gözü Kör olmayasıcalar!

T1 (23:49):
sen genç türkcellimisin
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:49):
sen genç? ben genç? nereye kadar
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:49):
yok
T1 (23:50):
olsana geceleri ararım seni
T1 (23:50):
2 saat bedava kazanmışım
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:51):
niye lan? kız arkadaşını ara, kız arkadaşlarımız arasın...
T1 (23:51):
kim lan benim kız arkadaşım kim ulan
T1 (23:51):
annemin falında da çıkmış, uzun boylu bi kızmış
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:52):
bulalım yavrum... sana da ararız
T1 (23:52):
seninki ni anladık gibi de neyse
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:52):
uuu Falda adının ilk harfi vs cıkmamıs mı?
T1 (23:52):
yok boyu çıkmış
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:52):
tanıdıklarıma sorayım ''sen misin'' diye :D
T1 (23:52):
ben voleybol kulubüne doğru akıyorum hoca
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:52):
:D
T1 (23:52):
olsa olsa ordan dır
T1 (23:52):
:D
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:53):
izin istiyorum bu konusmayı blogumda yayınlayabilir miyim? okuyanları tahmin ediyorsun... bir teknik çalışma yapayım
T1 (23:53):
dur okuyumda
T1 (23:54):
yazılabilir tamam
T1 (23:55):
oynama yapma ama
T1 (23:55):

Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:55):
yok kesme silme yapacagım,
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:55):
ne oynaması?
T1 (23:56):
ekleme olmazsa sorun olmaz herhalde
T1 (23:58):
olm genç türkcelli ol ben 200 sms i kime atıcam
T1 (23:58):
sedat zaten avea
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:59):
nereden çıktı şimdi? oynama? açıkla bakıyım
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (23:59):
tamam, ogreniyim geçiyim diyecem... ama telefon ablamın üzerine
T1 (00:01):
önemli değil, benim hattımda annemin üzerine
T1 (00:01):
öğrenci belgenle turkcell amcaya gidiyorsun, yapıyorlar
T1 (00:06):
olm ne güzel görücez sizi el ele
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:07):
ne? :) kiminle?
T1 (00:07):
herhangi biriyle
T1 (00:07):
:)
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:07):
yok ben sadece 'onu' istiyorum
T1 (00:07):
o zaman onla
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:08):
eyv.
T1 (00:09):
soru soruyoz eyv diyon
T1 (00:12):
aloooo kime diyorum
T1 (00:12):
sus cevap verme
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:12):
du bi mesgul burası!
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:49):
hıı
T1 (00:50):
ne hıı sı kardeşim
T1 (00:50):
bittimi meşguliyetin
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:52):
baba ve annem görüştüler... birde tontoş yiğenimi izledik webcam'den... bu bile fayda etmiyor be... unutamıyor insan, bu bile fayda etmiyor beee...
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:52):
Yanıyorum anlayacağın...
T1 (00:52):
zor iş o be, sabır versin yaradan
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:53):
ney zor t1?
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:53):
yanmak mı?
T1 (00:53):
hasret
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:53):
ya da ne için yanmak...
Tunç - Bir civan-ı şahaneyi gördüm de rüyamda (00:53):
hımm yok ya o bile ikinci planda şu anda...
T1 (00:53):
vaaay şu birinci planı bi anlatsan
Tunç - yanıyor yüreğim (00:54):
kim anlatsın? ney anlatsın? istanbul anlatsın... bak bir şiir de var abi bu konuda...
T1 (00:58):
offf duncum yaaaw
Tunç - yanıyor yüreğim (00:59):
http://tdk.org.tr/kisisel/kanoglu/siirler/sevemediistanbulikimizi.htm
Tunç - yanıyor yüreğim (00:59):
abi Tereddüt işte... okudun yazıyı... korkağım biraz, endişeliyim. istediğimin bu olduğuna eminim ama böyle güzel birşeye çok yakın olmak insanı korkutuyor
T1 (01:00):
korkma arkandayız
Tunç - yanıyor yüreğim (01:05):
arka derken? olum gözüm sizi görmekdikten sonra isterseniz ayaklarımın atında olun... ne farkeder...? yusuf bu... etkisi arkayı da sarıyor...
T1 (01:06):
senin niyetin yok anlaşıldı
Tunç - Dinleme anacığım böyle şeyler! İnanırsın falan... aman! (01:07):
sittir...
Tunç - Dinleme anacığım böyle şeyler! İnanırsın falan... aman! (01:07):
dur ya bloguma yazı yazıyordum.. onu bitiriyim geliyim...
T1 (01:07):
hadi
T1 (01:12):
ne dülüyon
Tunç - Yanıyorum! (01:13):
hı?
T1 (01:13):
gülüyon
Tunç - Yanıyorum! (01:16):
:)
T1 (01:16):
bak bırak dalgayı! ciddi ciddi soruyorum, varmı niyetin
Tunç - Yanıyorum! (01:19):
ne niyeti olum benden niyetli biri olsa cennet ayağına gelmişti adamın...
T1 (01:21):
bırak geyiği harekete geç, sonra kuş uçuyor
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:22):
bi harekete geçsem zaten... böyle cesaretin... !!!
T1 (01:22):
geliyor yanına; tanıştırayım erkek arkadaşım tankut diyor
T1 (01:22):
tankuta bakıyon allahın hıyarı, dövemiyorsunda
T1 (01:26):
haksızmıyım abi
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:27):
vallahi aynı böyle bir durumdan korkuyorum... ödüm kopuyor...
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:28):
o kadar şen ki herkesle o kadar iyi ki... benim gibi neşesine herkes baygın olabilir...
T1 (01:28):
abi ben bir iki tankutla tanıştım bu arada
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:28):
:)
T1 (01:28):
allah düşmanıma vermesin
T1 (01:29):
red ederse başkasına yönelirsin
T1 (01:29):
nöle kafan hep onda oluyor
T1 (01:29):
tankutla mutlu olsada
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:30):
bana? bana da vermesin! inanmıyorum ama... başıma çok geldi ama... hep benim bir arkadaşım var diye bir muhabbet çıkıyor... onunla arkadaş olur musun? senin tanımanı cok istiyorum deyip heyecanlandırıyor... sonra ben çok hoşlanıyorum senin sözlerine güveniyorum nasıl biri_... vb oluyor
T1 (01:33):
bu yine iyiymiş
T1 (01:33):
tankuta her türlü bok atma şansın var
T1 (01:33):
:D
T1 (01:34):
biz atamayız tabi, oda ayrı konu
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:34):
sana güveniyorum lafı var ya... bitiriyor adamı...
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:34):
şimdi diyorsun... ben bu herifi sevmedim, en azından kendim kadar sevemedim...
T1 (01:34):
evet
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:35):
o da ciddi misin diyip üzülüyor ben öyle düşünmedim diye...
T1 (01:35):
hayır 3 gün sonra ayrılıyorlar tankut tan bide teselli etmiyormusun iğrenc
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:35):
aman abi! ben dayanamam bir gün daha bakamam gözüne...
Tunç - Yanıyorum! Mardin Kapı Şen olur ... Verem olur! (01:36):
ondan sonra böyle spordu zarttu zurttu...
T1 (01:36):
o yüzden arkadaşlığı ilerletmeden yaz baba
T1 (01:36):
dönüşü olmuyor!
Tunç - Bir ben miyim perişan? ... (01:38):
ama insan onu da görmek istiyor... ne düşünüyor... boş yere germiyim aramızı vb diye...
T1 (01:38):
ger baba, baba ger!!
T1 (01:38):
tevellüt geçiyor
Tunç - Bir ben miyim perişan? ... (01:38):
abi sorun bu işte cok düşünüyoruz degil mi... çok ayrıntı, çok!
T1 (01:39):
daha kötüsü onu üzmek hiç mi hiç istemiyorız
Tunç - Bir benim (01:39):
yok lan üzülsün.. ben üzgün halini de severim...
T1 (01:39):
ve dahada kötüsü yavşaklık sıfıra yakın
...
T1 (01:43):
neyse hoca geyik bi yana elimizi çabuk tutmuyoruz kaçıyor balıklar
Tunç (01:43):
klişe dedikleri bu t1... klişe...
T1 (01:44):
ben senle çıkmam diyecek bi kız var mı ki zaten? ama ben seni dost olarak seviyorum
T1 (01:45):
ve yahut kardeş gibi görüyorum derlerse; zaten yalancı bi kişilik olduğundan çıkmamak lazım kendisiyle, kanaatindeyim
Tunç (01:46):
bunların hepsini nasıl yazacam lan bloga... izin varmı hepsine?
T1 (01:46):
T1 yazarsan oki
Tunç (01:46):
:D korkak seni :P
T1 (01:46):
zaten google a üyesin
T1 (01:47):
aratınca sap gibi çıkmayalım ortaya, zaten bizi tanıyanlar ben olduğumu anlar
Tunç (01:48):
anladım zayıf gözükmek istemiyorsun...
T1 (01:49):
zayıflık meselesi değil, yazıda bizde yavşaklık eksik gibi laflar var
T1 (01:50):
biri gelir yarın öbür gün hadi oradan yavşak der
Tunç (01:50):
:D
T1 (01:51):
ben tutarım bileğini kırarım, veririm eline
T1 (01:51):
tatsızlık çıkmasın
Tunç (01:51):
konuştugun herşey hakkında deli'l olarak kullanılacaktır...
T1 (01:51):
seninde konuşmadığın her şey hakkında delil olarak kullanılır tunç
Tunç (01:53):
ne gibi? anlayamadım... ya da okuyanlar anlamaya bilir... biraz daha açık konuş
T1 (01:54):
ileri geri konuşurum ortalarda
T1 (01:54):
çamur atarım izi kalı duncum
Tunç (01:55):
lan gecenin bu vakti... manyak mıyız? :D umarım hayırlısı, HAYIR'sızı olur...
Tunç (01:55):
hem ağlarım hem gülerim... nedir bunun adı?
T1 (01:55):
manyağız tabi
Tunç (01:55):
neyse boşveer yazma birşey bundan sonrasını koymam bloga...
T1 (01:55):
normal olsak uyumuş olurduk
Tunç (01:56):
peki diğer 8 + 1 için ne diyorsun? onlar da mı manyak? yoksa başka birşey olabilir mi?
Tunç (01:56):
gaz ver bana !
T1 (01:57):
8+1 kim
Tunç (01:57):
:( boşver yat hadi yat yatalım bu saatte bu kafayla zor benim işim...
T1 (01:57):
ben yatmıycam
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:02):
gel bize içelim a.q.
T1 (02:03):
şimdi mi
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:03):
hemen!
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:03):
:)
T1 (02:04):
trafik yoktur şimdi alışık değilim ben
Hey Tunç! Yatsana deli! Bu saatte, başında ateşin... bi b.k olmaz senden! Sabahı bekle yeni güne güzel rüyalarla gir! (02:04):
korkak...
T1 (02:04):
alerji yapar bünyeye
T1 (02:20):
ulen bütün gece yanlızlar rıhtımı mı dinliycen
Tunç (02:22):
ne?
...

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Yolda 2

İlk ''Yolda'' için Tıkla!

Cuma akşamı yolda gelirken aklım yine kelimelere takılmıştı... Bu kelimeler bazı eski şeylerle bağlantılı olduğu için hemen arayayım dedim... Aradım! ve Umut yoktu :(.

Rastlantılara, kelimelere, ayrıntılara takıldığım belli. Okuldan çıkışta bir arkadaşım aynı gün sabah(öğle ya da akşam, dürüst olmak gerekirse bu ayrıntıya takılmamışım.) bir ileti okuduğunu söyledi ve anlattı... İşin doğrusu pek ilgiyle dinleyemediğim için iyi derecede hatırlamıyorum...



Bir kuş uçmuş, ama soğukta dayanamayıp yerlere düşmüş... Bilinci gitmiş, kendini kaybetmiş, ölecek yani... ama bir anda bir inek gelip sı.mış kafasına... Bir sinir, bir delilik hemen hareketlenmiş... ama sonradan onu asıl hareketlendirenin o b.k ya da o b.k sandığı şeyin sıcaklığı olduğunu anlamış... Sevinç çığlıkları vb. derken bu sefer de kedinin biri duymuş... Bu hikaye böyle devam ediyordu... Bir de olaydan çıkarılan dersler kısma vardı. Burada ''sandıkların aslında sanmaman gerekenler'' diye bir özet çıkardım...



Bu hikaye'den sonra aynı arkadaşımdan bir yorum da geldi... Bu yorum da ''senin cevap hakkın doğdu'' diyeydi... Düşündüm... günün rastlantıları cıkıyordu yavaş yavaş... unutmadan yazmalıydım bir kenara... Neyin cevap hakkı vb. diye kağıda not düşerken{ne kağıdı? açıklama aşşağıda devam et :) } müzik çalarda şarkı değişti... Umutsuz :( isimli şarkı başlamıştı.



Bu olaydan önce ise, gün içinde çocukluktan kalma bir fal oyunu çıktı karşıma... ne hissettiğimi yazma şansı doğdu bana... Yazdım aklıma gelen her hissi... Tabi cesaret yine söz konusu... Asıl merak ettiklerimi gizleyerek Tırtıl, Solucan ve bir de çevredekilerin kafasını bulandıracak Tombul tırtıl'ı yazdım. Tırtıl ileride kelebek olacak bir arkadaşımız çok güzel bir his ile ilişkili ve solucan ise çamurun, bataklığın temsilcisi... Burada bile bana! istemediğim bir sonuç çıkmıştı... Fala inanma falsız da kalma derler ya işte hemen o söz kaldı aklımda... inanmadım! :)



Dediğim gibi birkaç gündür birşeyler istemediğim gibi gelişiyordu. Arkadaşlardan ayrıldıktan ve kendi başımla beraber kaldığımda kağıdı cıkardım, yazdım... Daha sonra otobüste bir tonton, yaşlı amcanın bana bakıp konuştuğunu gördüm. Her zamanki gibi müzik dinlediğim için bana baktığından kulaklığı çıkardım, dinledim, ''ne diyor?'' diye... Aslında bir sürü şey söylemiş... ve ben dinlerken; ''Umutsuzluk, tereddüt, vb. hep olur'' diyordu, ''içini ferah tut...'' Şimdi düşünüyorum da gerçekten dedi mi bunu, yoksa ben mi dediğini hayal ettim emin değilim. Ama tüm motivasyonum geri gelmişti...

Aynı günün karanlığında bisiklete bineyim dedim. Çıktım yolculuk mesafesi 40km üzeri gösterene kadar pedala yüklendim. Tabi HANGİ SICAĞA güvenerek çıkmıştım bilmiyorum ama bir şekilde üşütmüştüm. Bugün bu heyecan sonucunda ateşim de 40 derece yaptı. Gece saat 2.37 gösterirken blog yazacak kadar uyutmadı. Şimdi biraz(?) içimi dökmenin rahatlığıyla sakinim. Bir daha blog yazabilmek için şimdi yatmam gerek. Ama artık eminim! tereddüt kalmadı...

Tunç
{ablozgvj}
Ateşimin nedeni düşündüğümden farklıydı demek ki! Eminim! :)

Perşembe, Kasım 16, 2006

Yolda...

Bugün eve gelirken uzuunca düşündüm. Aslında son günlerde başıma ilk defa gelmiyordu bu düşünceler. Hayat, tereddütlerim vb. üzerine... Öyle düşündüm ki aklımda hiçbirşey kalmamış... sadece bugünün özeti olarak benimsediğim bir cümle var aklımda... :P

Kapıldığım düşüncelerde elbette en çok etkili olan dinlediğim şarkılar... Uzun bir süre dinlemediğim, Türkçe müzikleri geçen gece içinde bulunduğum hale uygun olarak seçmiştim. Ara ara birkaç şarkı dinleyip albumleri seçmiştim. İsimlerinin ne olduğu konusuna gelince; halime uygundu :).

Süprüzler :) yaşamadım mı? Yaşadım elbet... Çok beğendiğim bir deneme şarkısından sonra listeye eklediğim albümun fos çıkması en kötü süprüz olmuştu. Ama tereddüt ile aldığım bir albümde ''tereddüt'' ile ilgili bir şarkı çıkıp içinde bulunduğum durumu özetleyince yaşadığım kötü süprüz önemsiz kalmıştı. Tekrar tekrar dinlemiştim, tekrar etmenin en kibarcasından pokunu çıkarmıştım. Buna ek olarak bazı kısımlarının aklıma takılmış olup hatırlamaya çalıştığım bir şarkının da aynı topluluk tarafından yorumu bu albümde yer alınca değ(y?)meyin keyfime diyebiliyordum...

Aklıma takılan şarkı neş'eyle, gözle mey'ile ilgiliydi. Tereddüt ile ilgili olan şarkının adı ise tereddüt'tü :). Yani sadece ilgili değildi, ta kendisiydi. Zaman'ın durduğu andan bahsediyordu. Söyleyecek çok sözü olup tereddütten dolayı susandan bahsediyordu... Bir adım sonrasında dönüşü olmayan yolda olandan bahsediyordu. Yani hayallerine ulaşandan, ama kafası karışandan bahsediyor... Bir sevdanın peşinde, tereddüt içinde olandan bahsediyordu... Şu bir gerçek tam bugünümü anlatıyordu... Aslında herkese, hergünü farklı sevdalar peşinde geçenlere tereddütleriyle ilgili cok güzel bir hikaye sunuyordu.

O kadar bahsetikten sonra birazda reklamlarını yapmak gerek diye düşünüyorum. Topluluğun adı İncesaz. Resmi internet sitelerinin adresi:
http://www.incesaz.com/. Buna ek olarak, 5 Aralık 2006 günü, CRR Konser Salonunda, Güzin Değişmez'in solistliğini yapacağı ''Güz'ün Şarkıları'' konserinde sahneye çıkacaklarmış.

Tunç{ndnwey}
Hayat tutuyor elimden, oysa ben dokunmasıyla bile sarhoş olabilecek durumdayım... Peki... ya sarılırsa?

Salı, Kasım 14, 2006

LOUİS MANGAAL!

Bugün HBG marifetiyle ''çekirdek kadro'' {HBG tarifi} toplandık. Çok keyifli, çok eğlenceli olduğunu belirtmeye gerek olmasa da belirteyim. Yine çooook keyifliydi! Yine mangal'da HBG, Mustafa ikilisi, yine müzik'te Kaya marifetiyle sohbet şekillendi. Elbette ev sahibi Soner'in emeklerini de unutmamak gerek.


Mangal'da ne mi vardı? Tavuk şiş vardı(ellerimle dizdim), Şiş ciğer, şiş yürek vardı, kanat vardı... varoğlu vardı elbette. HBG köfteleri unutmuştu belki, ama o kadar kusur* kadı kızında, şehzade torununda da vardı... Bu arada unutmadan, bayıldığım, delisi olduğum sucuk bile vardı ama o kadar doydum ki sucuk acı geldi gibi şu anda düşününce çok salakça be! diyebildiğim bir bahane uydurup yemedim... Burak'ın muhteşem planlaması ile kurabiyesi, tatlısı, böreği, mezesi ve salata malzemesi eksiksiz vardı. Miss gibi kurabiyelerleri, tatlıyı, böreği, mezeyi yapan öpülesi ellerin kıymetini unutmamak gerek. Elbette bahsettiğim salata malzemesine can katan Ari ve Sayın Turgay hocamızın çalışmalarını da unutmamalı... Emin hocamız, Sercan ve Emrehan'ın da lojistik ve diğer çeşitli işlerde ki başarılarını göz ardı etmemek gerek... Elbette herkesin moral motivasyon da ki hakkı saklıdır :).


Yiğit'in gelmeyişi bizi derinden etkilese de, kör topal ama Voltran olarak bir buluşma daha gerçekleştirdik. Güldük, eğlendik yine ''bir daha ki ne zaman?'' dedik... Bir dahaki sefere{tıpkı geçen sefer de olduğu gibi,} kadroyu genişletelim, diğer arkadaşları da çağıralım dedik. Sanırım kadro genişledikçe her gelmeyenin bir üzüntüsü, eksikliği hissedildiği için cesaret edemiyoruz. Ama bu sefer kararlıyız!

Yine dağıttığımız herşeyi topladık, eski düzeni kurduk ve evlerimize yol aldık. Yaklaşık 10dk. oldu eve gireli, kafam güzel ama unutmadan yazayım dedim. Tam başlıyordum ki bir olay gerçekleşti, buraya not etmeye karar verdim. HBG aradı ve ''eve vardın mı?... Bir sorun oldu mu?... Haydi görüşürüz, Hoşçakal!'' dedi. Yani olay görüşmelerde bitmiyordu her seferinde tekrar başlıyordu :).

Bir daha ki sefere... Görüşmek üzere...
Bu arada bir eklenti de hiç kötü olmaz değil mi? işte günün fotografları... http://rapidshare.com/files/3519690/13.11.2006_Mangal.zip Çabucak indirin! Rapidshare silmeden... benden söylemesi...
Tunç
{dxhzpm}

Pazartesi, Kasım 13, 2006

Messenger üzerine...

Sürekli birileriyle yazışmak pek bir getirisi olan şey değil... Düşünsene bugün'e kadar belki de seninle, sedat'la, turgut'la ve diğerleriyle bir sürü şey konuştuk, ama hem hepsini hatırlıyorum, hem de hiçbirşey hatırlamıyorum...

Aslında en değerli şeyim olan zamanımı ortaya koyuyorum... İnsanlar acaba bunun değerini biliyorlar mı? Kitap okuyup kendimi geliştirmek, ders çalışıp hedeflerime ulaşmak ya da bisiklete binip bedenimi mutlu etmek varken neden msn?

Hepimiz yapıyoruz bu işi... Yarın geriye dönüp baktığımızda hatırlayacak mıyız bunu? Değecek mi yaptığımıza... Oyalanmamalı zaman kaybetmemeliyiz... Gençliğimiz elimizden giden başka birşey değil...

Tunç

Durum [Göz, Orman...]

İki küçük göz, bir çift göz vb. deyimler... ya da belki de bir yansımasıydı içinde olduğum durumun, o zaman; göz almak, göz kamaştırmak vb. deyimler... Daha önce duymuştum elbette, herkes gibi... Ama ne anlattığını ilk defa anladım.



Bir sorumluluk anında, öncesinde belki de çok mühim olmayan bir hikayesi olan, ama yine de hatırladığım bir durumda, bir anda. Yukarıda bahsettiğim, o iki küçük göz'e baktım, daha önce de gördüm mü, tanıdık mı, kimindir, nedir nasıldır ... ? Sorularının cevaplarıyla ilişkisiz olarak o iki göz*, bir merhaba!'yı boğazıma tıkadı. Bir an hepsi birarada, heyecan, korku, gerilim, sıkıntı, coşku ve en önde telaş, üzerime geldiler. Bu için de olduğum durumda yaşadığım tüm baskı bacaklarıma etki ederek, 'ora'dan, o alışkın olmadığım durumdan, sıyrılmama ve sonrasında kaçarcasına koşmama yol açtı.
(* Köz'ü de kullanabilirdim... İçimi yakan manasıyla...:) Belki de bu ikisinin köken olarak bir bağlantısı vardır. Aslında boğazın düğümlenmesi, kuruması aynı şeyler... değil mi?)

Neden mi? O iki küçücük gözde koskocaman iki orman gördüm. Nasıl sığdılar oraya, nereden geldiler bilemiyorum ama gerçekten gördüm. O iki orman o eşsiz, en sevdiğim yeşilde, cikolatadan süslü seyrek gövdelerle... O iki orman bu sonbahar mevsiminde, baharın başlarında yeni yeşermiş, yeni çiçekler açmıştı. Canlı yapraklarla süslü, rüzgarda her bir yaprağın titreyişini görebildiğiniz ve ayrınıtısını merak edip içine dalmak istediğiniz iki orman...

(Sonuca geldik galiba :) )Siz olsanız, kaçmaz mısınız? Düşünüyorum da orada kalmaya yine de cesaret edemiyorum, kaçtım haklıydım diyorum. Aklıma geldikçe 'o gözler beni içine çekiyordu'. Bir daveti vardı ama sonrası belirsizdi. Ne bir harita veriyordu ne de içinde kaybedip yok olacağımı söylüyordu. Mest oluşum ya da mahvoluşum olabilirdi, (farketmez!) ama benim için haddinden çok belirsizdi.


Neyse işte böyle bir 'durum', iki göz'de iki orman... ama biliyorunuz ki aynı anda 'bir' şey'e odaklanabiliyor insan, o bir saniye'de milyon kere birinden ötekine bakmak tüketiyor sizi o an. Hangisine bakacağınızı bilemediğiniz bir ortam, siz olsanız, korkmaz mısınız? Siz olsanız, kaçmaz mısınız?

Tunç

Laktat ve Laktik Asit - Efsanelere Cevap(2004)

Sıkı bir çalışma sonrasında bitkin düştünüz. Kanınızda laktik asit birikti ve yorgunluğunuzun sebebi bu, değil mi? Dario Frederik* bunun böyle olmadığını sandığınızdan daha karmaşık bir durum olduğunu söylüyor.
[Dario Frederik (www.wholeathlete.com) egzersiz bilimi mastır'ı yapmış, bir spor piskolojisi mezunu... ]

Çalıştırıcı(antrenör) ve egzersiz uzmanlarının karşılaştığı en ilginç durum, çalışma fizyolojisinin en basit şekilde sporculara anlatılmasıdır. Elbette en genel hedef, sporculara faydalı bilgiler sağlayıp en başarılı çalışma ortamını sunmaktır. Ancak bazı kavramların basite indirgenmesi yanlış anlaşılmalara yol açabilmektedir. Laktat'da bu üzüntü verici kaderi paylaşanlardandır.

Laktat ya da Laktik asidin yorgunluk(bitkin düşme?) durumundan sorumlu tutulması aslında çok karmaşık bir işlem olan kas çalışmasının anlatımında düşülen bir yanlış anlaşılmadır. Egzersizin artmasıyla birlikte laktat miktarının artması ve yine egzersizin artmasıyla yorgunluğun artması bazılarımızın ''laktat artımı yorgunluğa neden olur'' diye yorumlanmasına(kabul etmesine?) yol açmıştır. Bu yanlışı açıklamak için örnek vermek gerekirse; eğer biz kalp atım ritmini anlamamış olsaydık ve birisi kalp atım ritmiyle yorgunluğu ilişkilendirseydi ve egzersizle birlikte hem kalp atımı hem de yorgunluk arttığı için; ''kalbin ne kadar çok atarsa işte o kadar yorulursun'' deseydi aynı bunun gibi yanlış bir sonuca bağlama olurdu. Elbetteki biz kalp ritminin yorgunluğun kaynağı olmadığını biliyoruz. Aynı laktat'ın yorgunluğa neden olmadığı gibi...

Laktat meselesini iyice anlayabilmek için hem iyi biyokimya hem de iyi bir fizyoloji bilgisi gerekmektedir. Bununla birlikte, güncel birçok fizyoloji ders kitabı bile(2004) laktat içeriği bakımından geçersiz durumdadır. Sadece birkaç yol gösterici (ve ne yazık ki çok yeni olmayan) kitap laktat metabolizması konusunda kabul edilebilir(yol gösterici?) durumdadır.

Yaygın olarak bilinen birkaç yanlış anlaşılmayı sınarsak;

  • Laktat birikimi kaslardaki yorgunluğun nedenidir...

Yanlış! Laktat yorgunluğa neden olmaz ve bunun aksine çok kullanışlı ve verimli bir enerji kaynağıdır[2].

  • Kandaki laktik asit, laktat analizör'ü ile ölçülebilir.

Yanlış! Kanda laktik asit bulunmaz. Üretildikten sonra en kısa sürede laktik asit olduğu düşünülen madde laktat ve hidrojen olarak ayrıştırılır(Ayrıntı aşşağıda var). Laktat analizör'ü kandaki laktat(kullanışlı bir yakıt) yoğunluğunu ölçer.

  • Laktat arıtımı ve laktat dayanımı(derecesi?) vücudun yorgunlukla nasıl başa çıktığının göstergesidir.

Yanlış! Laktat yorgunluk kaynağı olmadığından dolayı, kandaki laktat arıtımı vücudun laktat'ı ne derece yakıt olarak kullanabildiğinin göstergesidir. Vücud laktat'a dayanmaktan öte, glikozdan önce enerji kaynağı olarak kullanır[6].

  • Laktat ölçümü başarım ölçütü olarak güvenilir bir kaynaktır.

Bu çok tartışılmış bir konudur. Laktat üretimi egzersiz yoğunluğuyla birlikte ilerleyerek artmasına rağmen, laktat'ı yakıt olarak kullanma yeteneği kişiden kişiye, çalışma düzeyine, beslenmeye ve dinlenmelere bağlı olarak değişiklik gösterir[5]. Ayrıca laktat'ı yakıt olarak kullanma yeteneği, sürdürülebilir en yüksek iş yoğunluğu ve laktat'ın kandaki bulunma miktarı(egzersiz durumuyla ilişkili olarak?) ile çeşitlilik gösterir[4]. Bu açıklama ile durağan bir laktat seviyesinin başarım ölçütü olarak geçerli bir belirteç olamayacağını belirtir.

  • Laktat değerlerinin ölçümü sürdürülemez iş yoğunluğunda yorgunluk kaynağı olan hidrojen birikimini yansıtır.

Laktat ve hidrojen oksijensiz(anaerobic) metabolizma ürünleridir. Hidrojen birikimi yorgunluk oluşumuyla balantılı olsa da, kandaki laktat miktarı ile birebir oranda bir ürün oluşmaz. Daha da önemlisi, bazı kanıtların gösterdiği kadarıyla, hidrojen birikiminden başka mekanizmalar sürdürülemez iş yükü altında kas yorgunluğunun birincil sebebi olarak belirlenmiştir[8,9].

Pazar, Kasım 12, 2006

Pera Müzesinden Notlar 01-04.11.2006

Yukarıda belirtilen tarihlerde Pera Müzesine, birinde ders için sınıfla birlikte, diğerinde gezmek için Sedat'la birlikte gitmiştik. Gezerken birkaç not almışım... Bunları kargacık-burgacık bir kağıda önem verip not almışım... Demek ki kaybolmasını istemiyorum... Yazıları kağıt parçasından daha güvenilir bir yere not etme zamanıda gelmiş ki buraya yazıyorum...



İmparatorluk'tan Tablolar bölümünde aldığım bir not: ''Haremi ilginç kılan, dış dünyaya kapalılığı kadar bu kapalı kapılar ardında yaşandığı düşlenen erotizmdir. Avrupalı erkekler için doğulu kadın, zamansız bir dünyada yaşayan ve kendisini efendisine hazırlamanın dışında bir işi olmayan bir sultan ya da bir cariyedir. Ulaşılması imkansız onca kadını görebilme hayali ve tek bir erkeğin bu kadınların hepsine sahip olması, harem fantezisinin en temel öğeleridir. Buna karşılık, Osmanlı haremine girme olanağını bulan Avrupalı kadınların anlattıkları ya da resimledikleri harem, farklı bir dünyayı gözler önüne serer. Onların haremleri, yer yer Binbir Gece Masalları'nın izlerini taşısa da çoğunlukla ağırbaşlı ve saygın ev ortamlarıdır. Ancak Oryantalist söylemde etkili olan, erkeklerin bu konuda yazdıkları ve betimledikleridir, çünkü onlar Batı'ya, Batı'nın onlardan beklediğini verirler; kadınların yazdığı ya da çizdiği, gerçeğe daha yakın olsa da Batı için aynı çekiciliği taşımaz.''

Alıntı'nın Link'i




İmparatorluk'tan Tablolar bölümünde aldığım bir daha not: Osmanlı tablolarında özellikle Padişah ve Şehzadelerin resmedilişi çok ilginç. Dudaklar parlak yanaklar pamuk gibi küpeler kolyeler çok fazla miktarda... Osmanlı'da metroseksüellik akımı yaşanmış anlaşılan :)...




Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri bölümünden... ''Dirhem... hem para, hem ağırlık... para ve ağırlık ilişkisi... ''Yükte hafif pahada ağır.'' lafı daha türememiş bu zamanlarda...




Konstantiniye'den İstanbul'a Fotograf Sergisinden: Denize nazır güzel kahveleri vardır, güneşli yaz günlerinde serin bir damın altında oturur ve eski bir deyişi hatırlarız...[Çınaraltı ile ilgili bölümde...]
Gönül ne kahve ister, ne kahvehane,
Gönül ahbap ister, kahve bahane...




Konstantiniye'den İstanbul'a Fotograf Sergisinden bir alıntı daha: Tarabya; thera ve peia kelimelerinin birleşimi olan Therapeia yani Şifa verici kelimesinin Türkçeleşmesiymiş...




Şimdilik bu kadar umarım bir daha gider yeni notlar çıkarırım... Çok güzel bir müzeydi, herkese tavsiye ederim.

Tunç


Kahve Falı Bakma

Geçen gün bir arkadaşımın doğum günü aracılığıyla Fal Bakma Dersi aldım... Düşüncelerimi söylemeden önce notlarımı size sunayım...




  • Fincan ve Tabak ayrılmıyorsa hiçbirşey sallama, ''tutmuş, tutmuş'' de...
  • Tabağın ortasına bakarken 'Hane Yaşamı' ile ilgili uydur birşeyler... ama ritüel havasını hiç bozma!
  • Bardağın dışına bakarken ise dış kelimesi ile laf ebeliği yap. Dışlanmak, Dış ülkeler vb. hakkında özgüüürce salla... Hiç korkma kendini engelleme...
  • ''Şu an'' hakkında birşeyler sallamak da gerekli, sakın unutma! Karşındakinin kafasında bir zaman bulanması oluşturmalısın...
  • Fincan'ın dibine bakıp Fal Zede'nin yüreği ile ilgili yorumlar yap, yok küt küt atacak çok heyecanlanacaksın, bilemedin çok sıkıntın var... bakalım hayırlısı vb. gibi biraz endişe katacaksın olaya...
  • İnsanların günlük hayatta kullanmadıkları, ancak orta okul ve lisede öğretile bilgilerden bahset, mesela coğrafya... dağlar tepeler veya yabancı ülke isimleri, insanları vb ile ilgili birşeyler uydur...
  • İnsanları şaşırtacak garip, alakasız şeylerden söz et(evet yukarıdaki satırdaki gibi :) ), onların irkilmesine ''ne diyor bu be?'' demesine yol aç...
  • Arasıra karşındakini aşşağıla ve şaşırt, böylece karşındakinin dikkatini dağıt, hatalarını yakalayamaması için bu çok önemli... Karşındakini gevşek tutar, hata aramasına engel olur...



Bunlara ek olarak gözlemlemediğim ancak bana önerilen bilgiler arasında -Hayvan bilgini kullan...(Burada belirtmek gerekirse: Hayvan bir seslenme değil! :) )

Herneyse, aslında bunlar arkadaş arasındaki palavralardan ibaret bir fal bakma biçimi... Aynı gelen arkadaşa Türk Kahvesi vermek yerine hemen kolayından FosCafe verme alışkanlığı gibi bir Genç saçması... Merak ettim araştırdım ve güvenilir bir kaynaktan Kahve Falı Bakma hakkında bilgi edindim... Bu adresi sizlere de sunarım...

Buyurun Link

Tunç

Cuma, Kasım 10, 2006

Ne içindeyim zamanın...

Son günlerde kafama takılıp duruyordu... Nedenini ne tam olarak biliyorum, ne de burada açıklayacak bir hisse eriştim(Doğru söylüyor muyum? Bilemiyorum:) ). Ancak son günlerde hep bunu anımsamaya çalışıyordum. Sonunda buldum ve buraya kaydedeyim dedim. Malum yine aklıma takılıp bütün dikkatimi elimden alabilir... :)





Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın parçalanmış akışında,

Bir garip rüya; 'Rengiyle uyumuş' gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile, Benim! kadar hafif değil.

Başım,
Sükûtu öğüten uçsuz, bucaksız bir değirmen;
İçim,
Muradıma ermiş abasız, postsuz bir derviş;

Kökü bende bir sarmaşık olmuş dünya,
Sezmekteyim, Mavi,
Masmavi bir ışık, (ve ben!) ortasında yüzmekteyim!

Ahmet Hamdi TANPINAR


Wikipedia'da bildirildiği üzere;'Rumelihisarı Mezarlığı’ nda Yahya Kemal’ in başucuna gömülü. İlk şiiri 1920’ de yayımlanmıştı. Altmış kadar şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını ölümüne yakın çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Şiirlerinde bir imaj ve müzik kaygısı taşıdığı, hikaye ve romanlarında da, başta zaten tema’sı olmak üzere, psikolojik anları, bilinçaltını aradığı, yansıttığı görülür. (Geniş bilgi Prof. Mehmet Kaplan’ ın Tanpınar’ ın Şiir Dünyası;1964 kitabında).

Bu kitabı okumak gerekiyor demektir... Belki de içinde bulunduğum garip hissiyatın açıklaması orada(Bu imaj nedir?)... Ya da sanırım yine sorumluluktan, cesaretli davranmaktan kaçmak için kendime bir başka uğraş...

AslındaBu Link bile yeterli. Birisi beni bu alışkanlıktan alı koymalı... Meselaaa? Sen! Sen de bununla uğraş :)

Tunç

Perşembe, Kasım 09, 2006


REMBRANDT
VE ÇEVRESİ

DESENLER

Wikipedia(Eng) internet sitesinde ‘Rembrandt, Avrupa’nın gördüğü en iyi ressamlardan biri, Hollanda’nın en iyisi’ olarak tanımlanmaktadır. Buna ilave olarak, ‘Hollanda’nın altın çağı olarak tanımlanan dönemde, 17.yy da eserler vermiş ve olağan üstü desen çalışmaları oluşturmuştur’ diye tanımlanmıştır.

Bu bilgiler göz önünde bulundurularak gidilen sergide ressam’ın ve öğrencilerinin desenleri keyifle gezilmiştir(Pera Müzesi 04.11.2006).

Belirli bir zaman diziminde sunulan eserlerde, içinde bulunulan çağ hakkında da fikirler verilerek sunum zenginleştirilmiştir. Örneğin, desen çalışmalarında aynı kâğıt üzerinde birden fazla yüz ve ya ifade görülebilmektedir. Benzer şekilde bazı desenler tek bir kâğıtta önde ve arkada olacak şekilde çalışılmıştır. Yapılan açıklamalarla bunları sebebi olarak ressam’ın yaşadığı zamandaki kâğıt üretimi ve ne kadar değerli olduğu hatırlatılıp ziyaretçilerin ilgisinin dağılması engellenmeye hedeflenmiştir.

Ressamın çalışmalarında resmin ön hazırlığı olan desenlere ne kadar ciddiyetle çalıştığı görülmektedir. Çoğu deseninde resimdeki nesnelerin ayrıntılarını ve canlıların bakışlarını gibi özellikleri ince-ince çalışmıştır. Hatta bazı resimler de yukarıda bahsedilen kâğıt masrafı açıklamasıyla ilgili olarak benzer bir yüzü tombul zayıf veya daha somurtkan gibi değişik hallerde çalışarak en uygun olanı bulmaya çalışmıştır.
Ressamın desenlerine verdiği önemi atölyesinde beraber çalıştığı öğrencilerinin ve yardımcılarının çalışmalarından da görmek mümkündür. Neredeyse bir suluboya resim kalitesinde desenler görmek sergi dâhilinde mümkündür.

Öğrencilerinin çizimlerinde görülebileceği gibi yapılan çalışma bir desen olmaktan çıkmış bir mürekkep tablosuna dönüşmüştür. Rembrandt’ın örgencilerine ait olan desenlerde model’e ait saçlar, el ve ayak parmakları, kaslar, iskelet yapısı hatta belli belirsiz bir yüz ifadesi gibi ayrıntılar özenli bir şekilde tanımlanmıştır. Ayrıca gölgeler, nesnelerin ayrıntıları ve renklendirme ile ilgili olan tonlamalar desen için sınırların ötesinde denecek şekilde kâğıda dökülmüştür.

Çarşamba, Kasım 08, 2006

Arkeolojik Yapıların Temel Araştırmalarında Jeofizik

*Bir ödevi daha bloga ekliyorum, gerektiğinde bulmak zor oluyor... Bu yazı ile burada kolay ulaşıma açtım :). Hayırlı ossun :)
Giriş:
Çalışmada, Arkeolojik yapının altında bulunan ve yaklaşık ölçüleri 0,70–1,0 m. olarak tahmin edilen sarnıçlar ve eski kanalizasyon türü yapıların araştırılması hedeflenmektedir. Bunun için örnek yapının fiziksel özelliklerinin ayrıntılı tanımlanması ile birlikte sağlıklı yorumlar yapılabilir. Fiziksel bilgilerin yetersizliği yorumların yetersizliğine yol açabilir. Bu nedenle öncelikle fiziksel tanımlamaların mühendislik çalışmasının amacına göre yetkin kişiler tarafından belirlenmesi ileri derecede gereklidir. Ancak eldeki bilgi ile yapılabilecek-uygulanabilecek çalışma ve yöntemler hakkında fikir beyan etmek mümkündür.

Çalışma Alanı Hakkında Değerlendirmeler:
Öncelikle Arkeolojik yapı’nın var olan özellikleri ve yapısal özellikleri hakkında bilgiler göz önünde bulundurulursa: yöntemler için yanıltıcı etki ve kaynakları belirtilip önlem alınabilir. Örneğin: yapının duvar ve tasıma sistemleri nedeniyle Gravite yöntemi için giderilebilir bozucu etkisi olabileceği gibi, tarihi yapı çevresindeki kültürel gürültü kaynaklarının etkisiyle sismik ya da yer elektrik yöntemler öngörülebilir veya giderilebilir etkiler altında kalabilir. Ayrıca yapı içerisinde bulunan metalik iskelet veya atıklar manyetik yöntem için bozucu etkiye yol açabilir. Son olarak yer radarı ile yeraltındaki su seviyesi veya kılcallık nedeniyle yanıltıcı veriler oluşabilir. Ortalama sıcaklığın yüksek olduğu bir mevsimde Y.A.S. buharlaşma-kılcallaşma etkisi kayaç yapısı ile ilişkili olarak yanıltıcı olabilir. Yine sıcaklıkla ilişkili olarak, göreceli olarak kurak bir mevsimde aranacak su kanallarının kuruması belirti eksikliğine neden olabilir.

Yöntemler Hakkında Genel Değerlendirmeler:
Jeofiziğin genel özellikleri üzerinden çalışma alanına bakıldığında: Arkeolojinin kazı sırasında hasar verebileceği, öngörülemeyen (tahmin edilemeyen) yapıların belirtilmesi ile birlikte, mevcut durumdaki gibi kazı yapılamayacak yerlerde kısa sürede ve göreceli olarak ucuz bir şekilde bilgi sağlanması jeofizik ile olasıdır(mümkündür). Ayrıca bir ileri araştırma durumu söz konusu olduğunda çalışma önceliklerinin belirlenmesinde inkâr edilemez derecede yararlıdır. Duruma bağlı olarak değişiklik gösterebilmesi ile birlikte, birkaç haftada yapılacak bir jeofizik araştırma sonrasında yapılacak harita ve kesitler ile yıllar sürebilecek bir arkeolojik araştırmanın çalışma yapısı hakkında sağlıklı planlama yapma olanağı tanır.
Bütün bunlardan ayrı olarak, mevcut tarihi yapının yerinin seçilmesini sağlayan çevresel ve yapısal etkiler daha önceki yaşayan topluluklar içinde geçerli olabileceğinden bu yapı altındaki daha eski yerleşim olasılıkları için işaret bilgi edinilebilir. Çalışmada amaç ile ilgili olarak yöntemler birer-birer değerlendirilirse sırasıyla; Gravite, Manyetik, Sismik, Radar, Elektromanyetik ve Elektrik yöntemler üzerine fikir belirtilebilir.

Gravite:
Gravite yöntemi, yer çekim ivmesinin konum ile değişimlerinin değerlendirilmesi esasına dayanır. Bu değişimler yeraltındaki kayaçların yoğunluğundan, dolayısıyla boşluklu, gözenekli veya çatlaklı yapısı hakkında bilgi verir. Dolayısıyla yeraltındaki bir tünel veya kanalizasyon belirlenmesinde başarılı olması mümkündür. Ancak yöntemin ilkelerinden dolayı yeraltındaki yapılardan etkilendiği kadar yer üstü yapılarından da etkilenmesi ile tarihi yapının fiziksel unsurlarından kaynaklanacak hataların (yanılgı kaynaklarının) kayıtlarda bulunacağı unutulmamalıdır. Benzer şekilde, yeraltı su seviyesinin değişimleri ve jeolojik özelliklerin değişimleri dikkate alınmalısı gereken unsurlardır. Çalışma alanının veri toplama ilkelerine uygun ayrıntılı bir haritası olmadan fikir üretmek doğru olmasa da, aranan yapı özellikleri doğrultusunda 0.5m. aralıklarla esas ve 5m. aralıklarla ölçü toplayarak çevredeki yapısal unsurların etkisinin ayıklanması amacıyla veri toplanabilir. Ancak Gravite yönteminin yavaş olduğu, veri-işlem aşamalarının çok ve dolayısıyla hataya açık olduğu ve deneyim gerektirdiği kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır.

Manyetik:
Manyetik yöntem esasları göz önüne alındığında manyetik alan ölçüldüğü ve bunların çevreden farklı olmasının nedenlerinin önemli olduğu unutulmamalıdır. Sıcaklık basınç yada taşıma sonucu çeşitli belirti-değişiklik kaynakları oluşabilir. Belirti niteliği yüksek, küçük yapılar(bozuk para metaller) veya belirti niteliği düşük, büyük yapılar(jeolojik yapı değişimleri vb.) manyetik yöntem için elverişli koşullardır. Mevcut yapı için, kanalizasyona karışmış ve çökelmiş metalik yığılmalar veya kanal dibi sıvı içeriği belirti olarak karşımıza çıkabilir. Ayrıca kanal örgüsü içeriğindeki pişirilmiş tuğlalar belirti kaynağı olarak önemli bir değere sahiptir. Aranacak yapı özelikleri yaklaşık 1m2 bir yüzey olduğundan yapının yeri ve konumu ölçülerde atlanmaması için 1m. veya daha küçük aralıklar tercih edilmelidir. Ayrıca bazı ölçümleri dikkatli bir şekilde bazı ölçümleri 1m.’den düşük ve yukarıda olarak iki farklı şekilde toplanıp yapıdan kaynaklanacak gürültü etkilerinden temizlenmesi düşünülebilir.

Sismik:

Sismik yöntemde farklı hızlara sahip ortamların ara yüzeylerinden gelen yansımalar toplanır ve yorumlanır. Yöntem çalışma amacı için değerlendirilirse, yerüstü yapılarından etkilenmemesi ile Gravite ve Manyetik yöntemlere göre büyük oranda kullanışlılık sağlar. Ancak çevresel gürültüler veya yeraltı yapısındaki tahmin edilemeyecek değişimler yanlış yorumlamalara yol açabilir. Aranan yapıdaki boşluk özelliği nedeniyle derine nüfuz edemeyen çok yüksek frekanslı kaynak aracılığıyla titreşim iletimlerinin düştüğü bölgeler belirlenebilir. Ayrıca elde edilecek hız ve zaman bilgileri ile aranan yapının ölçüleri hakkında güvenilir kesitler ve dolayısıyla boyut bilgisi üretilebilir. Ölçüm sırasında jeofon aralığı olarak 1’er metre veya daha küçük aralıklar seçilmesi ayrıntının eldesi ve yanılgının engellenmesi için tercih edilmesi yararlı bir etkendir.

Yer Radarı:

Yer-Radarı yöntemi incelendiğinde ise yöntemin çalışma konusunda üstünlüklerini fark etmek çok kolay olacaktır. Yer-radarı aynı yerde kabul edilebilecek alıcı verici dizilimi ile yere yayılan çok yüksek frekanslı E.M. dalgalarının yansıması ile yansıma yüzeylerinden bilgi toplanması ilkesine dayanır. Gerçekleşen yansımalar yer yapısındaki di-elektrik özelliklere-yani elektriksel iletim derecesi farklı- maddelere göre gerçekleşir. Elde edilen bu bilgilere göre yeraltındaki maddelerin özelliklerini belirler. Ayrıca yer üstü yapılardan etkilenmeyen bu yöntem ölçüm düzleminden direk derinlik ve uzunluk bilgilerinin elde edilmesine olanak verir. Ölçümlerde aranan yapının ve konumun özelliklerinin (su, boşluk, gözenekli birim vb.) dikkate alınıp iyi değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

Elektromanyetik:

Elektromanyetik yöntemler frekans ve zaman ortamı olarak ayrı-ayrı değerlendirilmelidir. Frekans ortamı verilerde kaynak ver ve görünür iletkenlik verileri kaydedilerek değerlendirilir. İletkenliğe duyarlılığından dolayı mevcut probleme frekans ortamı yöntemler diğer yöntemlere göre düşük etkinlikle cevap toplayacaktır. Ancak yüzeye çok yakın aramalar için üretilmiş donanımlar kullanılması ile değerli bilgiler toplanabilir. Bunun için gerekli anten tasarımı ve denenmesi bilgilerin değerlendirilmesinde oldukça değerlidir.
Zaman ortamı ölçümler için ise, kaynaktan üretilen enerji ile indüklenen akımlar ölçülüp değerlendirildiğinden yeraltındaki metalik içerikli kalıntılar veya ortamlar için uygunluk belirtir. Aranan yapıdaki kanalizasyon niteliğinin taşımış olabileceği metalik maddelerin belirlenmesi için oldukça elverişlidir. E.M. yöntemler hızlı ölçüm alınabilmesi sağladığından dolayı avantaj sağlarken var olan yapıda yerüstü etkilerden etkileneceği için yorumlamada zorluklar sağlar.
Özel olarak VLF yönteminin mevcut durumdaki etkinliği hakkında bir şey söylemek gerekirse, su içeren ortam olması durumunda ideal bir donanım olacağından küçük ölçüm aralıkları ve yapıdan etkilenmeyecek bir anten istasyonu kullanılması durumunda edilebilir. Tarihi yapının içine sağlıklı bir şekilde nüfuz edemeyecek bir anten seçimi ile büyük yanlışlıklara yol açılabileceğinden dikkatli olunması gereklidir.

Resistivite:
Rezistivite kaydırma yönteminde yer yapısının özdirenç değerinin ölçülmesi ile tahmini derinlik ve tahmini konum bilgisi ele edilebilir. Yeraltında var olan gözenekli, geçirgen ve iyonik ortamlarda bunlara ek olarak içinde su içeren ortamlarda büyük belirti gösterir. Çeşitli elektrot dizilimleri ile yapılabilecek ölçümlerde aranan yeraltı yapısının boşluk içermesi ve bunun özdirencinin yüksek olması ile ilişkilendirilebilir. Ancak boşluk yapısının bir kanalizasyon sistemi olması durumunda içeriğinde iyonik özellikli sıvı olabileceğinden belirti özelliklerinin tam tersine dönebileceği unutulmamalıdır. Elektrot aralığı ve kaydırma uzunluğu yeraltı yapısının tahmini özelliklerinin uzunluğundan büyük olması ölçümlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir konudur. Ayrıca çevresel kaynaklı elektrik kaçakları veya çevre yapılardaki topraklama etkileri veriler için büyük yanılgı doğurabileceği unutulmamalıdır. Denetleme ölçüleri gibi bir işlem ile bu hata kaynağının denetlenmesi yararlı olabilir.

S.P.

S.P. yöntemi özellikleri doğrultusunda ölçü alanlarındaki elektro-kimyasal, elektro-kinetik ve termo-elektrik etkilerden bilgi verir. Bu tanımlamalar bir diğer deyişle belirti kaynakları, bazen yeraltı su akışı bazı zaman ise yeraltındaki metalik oluşumlarda gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucunda bazen de basınç ve yük değişimi nedeniyle belirtiler oluşturur. Aranacak yapının içeriğinde su varlığı olasılığı, boşluk nedeniyle yük gerilmelerinin farklılık göstermesi durumu olabileceği gibi nedenlerle önemli bir araç olarak ön plana çıkar. Ancak S.P. yönteminde elektrotların yerleştirilmesinde drift değerlerinin toplanacak belirti özelliklerine yakın gürültü oluşturabilmesi sonuçların değerlendirilmesinde şüpheyle bakılmasını gerekli kılar. Hedeflenen çalışmanın arazi ortamında S.P elektrotları için gerekli olan uygun çamur çukuru sağlanamayacak gibi gözükse de bataklık ve denizel ortamlarda uygulanabilmesi ile değerlendirildiğinde elektrot yerleştirilecek bölgeye iletken sıvı yerleştirilmesi veya duruma uygun elektrot tasarlanması il bu sorun giderilebilir. Ancak iletken sıvı dökülmesi durumunda yapı tabanlarındaki sızıntıların asıl amaca gürültü oluşturabileceği veya elektrotlardaki kimyasal karışımın (genellikle Bakır-Sülfür) tarihi yapı üzerinde bozucu etki yapabileceği kesinlikle ciddiyetle irdelenmelidir. Aranan yapının fiziksel özellikleri göz önünde tutularak, elektrot aralıkları 1m veya daha düşük olacak şekilde, 5 ölçümü geçmemek üzere aralıklı olarak drift ölçümleri alınarak veri toplama yapılmalıdır. Ayrıca donanım ve ölçümün pahalı olmaması S.P. yöntemi için bahsedilmesi gereken bir diğer özelliktir.

Sonuçlar:
Bütün yapılan değerlendirmeler gözden geçirilirse; aranan yapının bilgili bir jeofizik mühendisi tarafından ayrıntılı bir şekilde denetlenip fiziksel özellikleri belirlenmelidir. Yöntemlerin ve çalışma alanının fiziksel parametrelerine bağlı olarak uzmanlarca seçilen yöntem ve değerlendirme teknikleri yine uzmanlar tarafından değerlendirilmelidir. Bunun yanında unutulmaması önemli olan yöntemlere göre hata kaynaklarının ve gürültü ortamlarının denetlemesi ve bunlara karşı gerekli önlemler ciddiyetle alınmasıdır. Ölçüm alanında var olan yapı özelliklerinin ve jeolojik etkenlerin dikkatle incelenip ölçümlerde yapabileceği etkiler göz önünde tutulmalıdır. Tüm bu işlemler sonrasında uygulanacak yöntem veya yöntemler ile dikkatli veri toplama ve değerlendirme ile harita ve kesitler çıkarılmalı ve ciddiyetle yorumlanmalıdır.

Referans Okumalar
Review of Geophysical Mehods Used in Archaeology, 06.04.2006 from: http://www.rsoperations.com/Technology/Methodology/Methodology.htm
Lambert Dolphin, How Geophysical Methods Can Help The Archaeologist,06.04.2006 from: http://www.ldolphin.org/Geoarch.html
Philip KEAREY, 2002, An Introduction to Geophysical Exploration, 10.11.2005 Kitap bilgisi http://www.blackwellpublishing.com/book.asp?ref=0632049294 sitesinden bulunabilir. Birinci bölümü(The Principles and Limitations of Geophysical Exploration Methods) PDF formatında tanıtım amacıyla yüklemeye açıktır.

Salı, Kasım 07, 2006

Memleket Halleri Üzerine

http://www.indigodergisi.com/uzay_01_14.htm

Bu linkteki yazıyı okursanız pek birşey kaybetmezsiniz! Ama okumazsanız filler uçar, Zürafaların kanatları çıkar ve kediler havlar... aman haa kesin okuyun tam! 223,8! kişinin de okumasını sağlayın! yoksa dediklerim Tantra mantra falan filan etkisiyle gerçek olur :P. Dediklerimi yaparsanız elbetteki 3 bilemedin 5 vakte kadar istediğiniz olacak...

Neyse işin ilginç tarafı; jeofizikçiye iş mi var diyenlere bir cevap var aslında burada... Bir dergimizin Deprem vs ile ilgili araştırma yazısını yazan bir adam ne jeolog ne bir jeofizikçi... Hatta maden ya da petrol mühendisi de değil...

Not1: En altta ünvanınını ve kişisel zevklerini görünce adamın yazısında Türkiye'de bazı işlerin doğru yürümediği gibi bir eleştirisi var ki şaşırıyorsunuz :) Zevklerde tantra eksik, ama idare eder :). [Gönül isterdiki sana mı kaldı böyle bir eleştiriyi yazmak diye adamı posta yagmuruna tutsunlar... Ama başka kimse de yok ki... Teşekkür etmemiz bile gerekiyor belki de...]

Not 2: Aslında çok şaşırmamak lazım bu tür bir adamın bu haberi yazmasına... ben daha kötü örnekler de görmüştüm... Kendini Astroloji Uzmanı diye millete yutturmuş olan birisi Güneş Tutulması ile Türkiye'nin AB ilişkileri ve Gelecek şeçim sonuçları üzerine bilimsel yorumlar yapmıştı. Hem de CNN Turk denen kanalda...

[Merak edenlere söyleyeyim şeçimle ilgili yorumu: Ak partinin sembolu olan Ampul ışığı temsil ediyormuş bildiğimiz gibi. Bu ampul'de seçim öncesi dönem de biraz Tutukluk gösterecek(güneş tutuldu ya bir laf ebeliği yapmak gerekiyor...) ama sonrasında yeniden parlayacak ve seçimleri tekrar 1.nci parti olarak atlatacak...]

Gözünü sevdiğim Türkiyem... sen hala Jeofizik mühendisi yetiştir, Call Centerlarda, Cep Telefonu bayilerinde istihdam et...

Öperim yanaklarınızdan en salyalı biçimde...

Tunç

Yayın Başlığı: Herkese Duyurun :P

Başlık yazıyla çok alakalı değil, Blogger'ın Başlık açıklama yazısıyla biraz laf ebeliği... Gelelim konuya; Bir video ve düşündürdükler...