Cumartesi, Ekim 27, 2007

Kısa bir not

Demokrasi ve sansür
Yıldırım hızıyla geldi geçti bir sansür denemesi. Başbakan Yadımcısı Cemil Çiçek, RTÜK aracılığıyla televizyon yayını yapan kuruluşlara bildirdi: "Kamu düzenini ve halkın moral değerini bozan, güvenlik güçlerine dönük zaaf imajı yayan, toplumsal psikolojiyi olumsuz etkileyen radyo ve televiyon yayınlarının durdurulması."
Danıştay da hemen bu yasağın yürütmesini durdurdu.
İyi de etti.
Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir yasaktı bu. Uygulanacak olsa trajikomik olaylara yol açabilirdi.
Her şeyden önce, demokrasi vaadiyle iktidara gelen AKP yönetiminin bu kadar kapsamlı bir sansür kararına imza atması ilginçtir. AKP'nin ne kadar 'demokrat' olduğu konusunda ipuçları veriyor. Ve neden TCK'nın 301'inci maddesinin ısrarla korunduğunu da anlamamızı sağlıyor.
---Link---Merak edenler için burada...
Laikleşme, bireyselleşme ve demokratikleşmeden oluşan bu sürecin tam ortasındayız.
Sancılı olması normaldir. Her doğum sancılıdır!

Daha önceden bahsetmiştim, artık fırsat buldukça Radikal yazarlarından Türker Alkan'ı dikkatle okuyorum diye... Oldukça beğendiğim bir yazısı var, üstte bazı kısımları ilginizi çeksin diye kestim koydum... Diğer kısımlar'da tabii ki linkte...

ÖSS kaldırılsın, YÖK'e hayır, falan filan gibi konularda insanların fikirlerini beğenmememdeki nedenlerin genelleştirilmiş hali... Okuyun faydalanın...

Tunç

Perşembe, Ekim 11, 2007

Türkçe

Nedir ki Türkçe? Bunun üzerine düşündük mü aklımıza illa ki birkaç cevap gelecektir... -Dilimizdir, -Bu ülkenin resmi dilidir, -İletişim kurmak, konuşmak ve daha da önemlisi anlaşmak için ihtiyaç duyduğumuz ses kanunu'nun adıdır, vs. vb... Bu yazıyı yazmak aklıma birkaç rastlantı sonrasında geldi, ilki ile başlayıp sonuncusuyla olmasada bence tepe olan noktada yazıyı bitirmeyi düşünüyorum, iyi okumalar...

Geçen günlerde liseyi bitirip üniversite hayatına başlayan bir kardeşim ile derslerini okulunu vs konuşuyorduk... Bize bazı bilgiler verdikten sonra bunları bazı örneklerle süsledi... Derslerini anlatırken de diğer derslerde olduğu gibi Türkçe dersini de hocasının sorduğu bir soruyu söyleyerek örnekledi... Soru klasik, bütün Türkçe hocalarından beklenebilecek bir soru; Önce dil mi gelir, yoksa düşünce mi...

Bu soruya Türkçe hocaları kesin bir cevap yoktur, kişiye göre değişir vs derler ama aslında bir cevabı vardır... Bu cevap ise benim bakış açımdan olmakla beraber sizi de kendine çekebilecek türden bir cevap... Bence elbette önce düşünce vardır... İnsan önce düşünür, kafasında birkaç kavram geliştirir ve bunu dışa vurmak isteyişi dil ile gerçekleşir... Buna karşılık olarak madem düşünce önce neden insanlar ana dilinden başka dilde düşünmüyorlar diye sorarlar... Ama bence bu oltadır, ''hııı evet, haklısın'' demek yanılgıdır... Buna bir insan üzerinden bakarsanız yanılırsınız, ama insanların geneli üzerinden baktığınızda herkesin anadilinin aynı olmadıgını görürsünüz... Yani herkes farklı bir anadilde düşünüyor...

Bu yargıya bu kadar güvenmemin bir sebebi ise geçen gün İlhan ile konuştuğumuz birşey; bazen hiç anlamadığın dilde birşeyler dinlediğinde bile birşeyler hissedebilme durumu... İnsanın kafasında kelimelerle, cümlelerle tanımlanamayacak hisler bulunması... Örneğin TV'de vs Kuran okunduğunda çoğu insanın tüyleri ürperir, belki huzur, belki bir şekilde huzur'a benzer bir hisse kapılırlar... Belki karşısındaki arapça küfrediyor veya daha nazik bir dille ifade etmek gerekirse kötü bir olayı anlatıyor ama izleyicimiz anlamadığı o dilden kafasında canlandırabildiği bütün iyi şeylere bir bağlantı yapıyor ve kendini iyi hissediyor... Yani kafasında belli kurallı bir ses takımı olmasada bu düşünce bu hisler bedeninde yer buluyor vatandaşın... Bu düşünceler, aşk, meşk, nefret, hırs vs içinde türetilebilir elbette, ama ben ''en yakın'' olduğumu seçmeyi uygun gördüm :).

Bu kadar Türkçe dersinden bahsedince kendi aldığım dersler bir şekilde aklıma geliyor... Orta okulda lisede vs derslerde hiçbir anlamlı iş yapmaz garip garip edebiyat akımlarıyla ilgili bilgileri ezberlerdik. Bunların sonucunda notlar doğal olarak kötü gelince kitap okur kurtarma ödevi yapardık... O zamanlardan beri kitap özetleri yazmaya ciddi bir gözle bakmışımdır... Hatta bir ödev için yazdığım kitap özetine ablamın övgüler yapması da gururumu okşayan nadide hatıralarımdandır... [Sanırım kitap Sait Faik'ten Sevgiliye Mektup'tu... Yatık Emine ve Cer Hocası başlıklarını belli belirsiz hatırlıyorum içindeki bölümlerden... Hatta Cer hocasını iyi hatırlıyorum bir aralar kendime şifre seçmiştim bunu :)]

Yakup Kadri'den Yaban, Montaigne'den Denemeler ve Jack London'dan Düş Ülkelerine Yolculuk ve Beyaz Diş kitapları sanırım orta okulda herkese olduğu gibi Şeker Portakalı ödev olarak okuduğum kitaplar olarak aklıma geliyor. Üni'de ise Feyza Hepçilingirlerin kitaplarını okumam söylenmişti Bir de Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi[Bu blogda böyle bir başlık bulunuyor merak edenlere tavsiye edilir]... Heyza Hepçilingirlerin kitaplarını daha önceden okumuş olduğum için baya masrafsız olmuştu ama bende o sırada yazarın kitapları haricindeki konularda fikirleri düşünceleri vs hakkında bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca dil konusunda yaklaşımlarını, düşüncelerini örnek aldığım birisi olduğundan Yavuz Bülent Bakiler'e karşı bir ön yargı dahi oluşturmuştum. Aslında Y.B.B'nin kendisi ve düşünceleri hakkında ayrıntılı fikrim yoktu ama bir kere bir tarafa geçmiştim :).

İşte bu kadar muhabbetten sonra konuyu bağlayacağım yere geldim. Geçen gün nette gezinirken alakasız bir yerde bir şiir gördüm. Şiir çok hoşuma gitti, Memleket İsterim'i anımsatan bir şiir daha okumuş oldum. Bu şiir üstte adı geçen Yavuz Bülent Bakiler'in bir şiiriymiş; Anadolu Gerçeği... kendisine ilgi gösterdim ve özellikle sondan bir önceki paragrafını severek okudum... Tavsiye olunur... Bu şiir'e ulaşana kadar Behçet Necatigil'in Sevgilerde ve Ziya Osman Saba'nın Yetişir başlıklı şiirlerini de not ettim.

Bu gecelik bu kadar, uykusuz kaldıgım bir başka gecede buluşmak üzere :)
Tunç

Pazar, Ekim 07, 2007

Bu hafta...

Şimdi bir yazı yazacağım, canım acayip bir şekilde ''eveeeet ...'' diye başlamak istiyor. Ancak bunu neden istediğime emin değilim. Büyük ihtimalle konuşmalarına böyle başlayanlara gıcık kaptığımdan değildir, yoksa öyle mi? Biraz kendimi başkalarının yerine koyma koymama meselesiyle alakası yok bence...

''Bu hafta'' başlığı attığıma göre sanırım bu hafta neler olduğunu anlatmaya çalışacağım demektir...[Galiba giriş paragrafı bitmeden unuttum maksadımı :D] Bu hafta, sevindim, üzüldüm şaşırdım, utandım, güldüm, aksırdım, tıksırdım falan fıstık sayın okuyucum. Biliyorum çok şaşırttı bu seni ama böyle oldu... Bu hafta ilgimi çeken birçok olay oldu. Paşa'nın ilginç hikayelerini dinledim, lay lay lay.

Yahu unuttum galiba :S. En iyisi az önce radyo'da duyduğum şeyi buraya not edip sonlandırayım bu yazıyı;
  • ''Son zamanlarda toplumda görülen en yaygın davranış Kurtlar Vadisini izledikten sonra kendini Polat Gibi hissetmeleriymiş... TV programlarının insanlar üzerinde böyle bir etkisi varmış... Düşünsenize insanların hepsinde böyle bir özellik olduğunu! Çeşit çeşit dizi var tv'lerde... Mesela kendini Şehrazat gibi hissedenleri düşünsenize...'' Bunu duyunca aklıma ilk bizim RTE geldi, aacaba kendisi hangi filmleri, dizileri izliyor? Dünyayı Kurtaran Adam? Yada Avrupa Yakası[sayın arkadaşım, evet sen; kendini şimdi nasıl hissediyorsun? :D]
Hımm neredeyse unutuyordum bunu... Bu arada Feysbuk'a dahil ettim kendimi... Ortak bir arkadaşın davetiyesiyle haberdar olup; önce Sedat, sonra Turgut'tan vasat not raporunu aldıktan sonra kendime bir hesap açtım. Bunda Radikal yazarlarından M. Serdar Kuzuloğlu'nun yazılarından meraklanmam etkilidir, belirtmeden edemeyeceğim.

Feysbuk çok garip bir ortam. Gerçekten arkadaşım olanların hakkını saklı tutaraktan, kısa günde selam verip sohbet edecek konu bulamayacağım tipler eklemek istiyor.
Kimisini gaflete düşüp ekliyorum; eklediğinde belki birşeyler yazıp genelde hiçbirşey yazmadan yeni kişilere yöneliyorlar. Sanırım birilerinin ego'larında bazı kusurlar var, ben sosyalim, süper sosyalim falan filan... acayip bir ''friend list''leri var; helal olsun dedirtiyorlar... Bir de feysbuk'un aracı olduğu bir rahatsızlığım var; söylemek istediklerim, bilmeyerek yaptığımdan dolayı -ne kadar benim suçum-terbiyesizliğim olmasa da- özür dilemek istediklerim ekliyor. Bunu da kısa zamanda çözebilirsem ne mutlu bana ki Mayıs'tan önce çözeblecek uygun ortamı bulacağımı sanmıyorum :S. Bu seferlik bu kadar hatırlayınca yazarım sanırım esas kısmıda...

Tunç

Salı, Ekim 02, 2007

Bir Peri Masalı

Yok artık diyorsunuz değil mi? Yapmaz bu kadarını; gecenin bu saatinde tutuşmamıştır bir masal için Tunç... Yoksa tutuşur mu dersiniz? Neyse konumuza dönelim, başlığın bir Peri Masalı olduğuna bakmayın, aslında bir kabus, bu günlerde De Ja Vu sunu yaşadığımız türden birşey...

Bu yazıda birkaç gün önce tekrardan okuyacağım dediğim kitaplardan birini okuduğumu ve ondan çıkardığım notları sizlere sunmak için ne kadar kıpır kıpır olduğumu gösteriyorum... Aslında yazıyla aynı tarih gününde öğleden sonra dersim var, ama varsın olsun bu bünye uykusuz kalsın, uykudan daha gerekli şu anda bunu yapmak nede olsa...

Bir Peri Masalı; Hayvan Çiftliği, George Orwell.

Önce kısaca Sunuşla başlarsak; bizlere önce Eric Arthur Blair(Tony ile akraba mıdır?)'in tarihsel olaylar karşısında ne kadar tarafsız kalabileceği ilginç hikayelerle sunuluyor [Celal Üster çevirisinde tabii ki :)]. Sunuşta ayrıca ''İki ucu bir yergi mızrak'' sözü de kitapta en baştan ilginç deyimler, kelime kullanımları arama heyecanınızı ortaya çıkıyor... Halide Edip çevirisinden alıntılarla ''Orwell bilerek yada bilmeyerek, herhangi bir idarenin nizam ve kanundan ayrılınca nasıl bir afete yakalandığını resmetmiştir'' diyor... Bu çok önemli bir nokta... birilerinin nizam ve kanunlarla sürekli oynamasının da bir toplumda afete yol açacağını hatırlatarak niyetimi belli edebilirim sanırım... Ayrıca daha kitapta Sunuşta ''Özgürlüklerini savunamayanların ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük değerli olduğu ölçüde kırılgandırda!'' sözüyle kitabın konusuyla alakalı veya alakasız koşullar için kullanılabilecek bir öğütte görülebiliyor... Kitap için özetle Jonathan Swift'ten Aldous Huxley'e[Cesur Yeni Dünya, O kitapta tekrar okunacak!] uzanan bir yelpazenin parçalarındandır diye bir tanımlama yapılıyor... Son olarak başta söylediğim gibi; Korkunç sonla biten Bir Peri Masalı olduğu hatırlatılıyor...

Kitapta ilginç olaylar dizgisi, tarihte gerçek kişilerle çeşitli kademelerde çeşitli hayvanlar üzerinden bizlere canlandırılıyor. Bu hayvanlardan birisi '' Eşşekler uzun yaşar, hiç ölmüş bir eşşek gördünüz mü?'' gibi garip ama yerinde çok değerli bir sözü bize dillendiriyor... Cevap verilmek istenmeyen bir soruya karşı kullanılacak bir cevap...

Olaylar içerisinde bana eski birşeyleri hatırlatan bazı kısımlarda var... Örneğin, Pinchfield Çiftliğinden; Hayvan Çiftliğinde Yamyamlık, H.Ç.'de İşkence ve H.Ç.'de ''mallık'' olduğu gibi söylentiler yayıldığı dile getiriliyor... Bu bahsedilen durumları orta okul yıllarımdayken bir tenefüs muhabbetinde de duymuştum. İdeolojiler hakkında hiçbir bilgisi olmayan tipler, sağdan soldan duyduklarıyla bazı kelimelerle kendi inandığını övüp bir diğerini yargılıyordu... Mallık ise bir cinsiyeti diğerinin yönetiminde bir hayvan türü gibi gördüğünü simgeliyor, okursanız anlayacaksınız kesinlikle... Bu arada H.Ç.[kırmızı] dışında adı sıkça geçen 2 çiftlik var bunlardan Pinchfield sanırım Yeşilleri, Foxwood Çiftliği ise Mavi'leri temsil ediyor... Bu konuda bir yazı görmedim ama Alaska ve Sahte Para olaylarını eşleştirdim kendimce :).

Bazı ilginç olayları cümle cümle yazacağım bundan sonra, böylece dikkatimi çeken kısımları belirtip çabucak son söyleyeceğime geleceğim...
  • Molie'nin kurallara uymayışı, düzeni kabul etmeyip kesme şeker ve kurdeleler için alıştığı düzeni seçmesi...
  • ''Yeldeğirmeni olsada olmasada şu kötü hayatımda değişecek hiçbirşey olmayacak...''
  • Napoleon; Savunma, Silah... Snowball; Başka yerlerde propaganda-ayaklanma
  • Snowball 9 köpek yavrusu tarafından kovalanıyor, kovuluyor... [*]
  • Koyunlar; 4 ayak iyi, 2 ayak kötü, sonra... ''??''. Sürü psikolojisi tanımına olay içinde örnek görebiliyorsunuz bu durumda :). Bunu göz önüne alıp bazı olaylara bakarsak sanırım daha anlamış oluruz, Neyse durmak yok yazmaya devam...
  • 4 Domuz sürekli birşeyler söyleyecek olup birşeylerden korkup susuyor. Sende okurken kendini bu 4 domuzdan farklı sayıyor musun? Yoksa [*]'daki gibi 10'uncu köye gitse de birşeyler yapıyor musun?
  • ''Boxer daha da çok çalışacağım'' diyor burada bir şümşek çaktı bende; idealistlik, biraz saflık, biraz salaklık, biraz fedakarlık; ''kimler için, neler için?'' dedirtti...
  • ''Halka hizmet etmenin mutluluğu ve onuru'' yakın zamanda birisi ne demişti? yok böyle birşey, onlar aldatmaca sen kendi işine bak! bunu hatırlattı bana, size de ideallerinizi ve idealistliğinizi sorgulatacaktır eminim... Bulutsuzluk Özleminin bir şarkısındaki gibi; Bunun İçin mi Geldin Dünyaya dedirtiyor...
  • Toplumsal hafızaya bir eleştiri olarak; Squealar'ın bazı ürünlerin %200 bazılarının %300 arttığını söylediğinde emin olmasalar bile inanmaları... TV röportajları oluyor; Pazarda bir teyze ''Pahalılık fazla, geçinemiyoruz...'' diyor bir ekonomi programında ise çeşit çeşit Squealar'lar...
  • Topallaya topallaya avluya gittiğinde yaşlandığını hissetti... Artık uyanma söz konusuydu ama tam anlamıyla bir uyanma değildi bu; Zafer içinde kaybedilenler farkediliyordu!
  • Squealar'ın boya ve merdiven ile yakalanması... Bu kısımı okurken kendimi eşşek [Benjamin yani :)] gibi hissettim. Birçok şeyi görüp içime attığımı anımsayıp bununla benzeştirdim. Bu ana kadar kendimi Boxer'a benzetiyordum ama sanırım At değil, Eşşek mişim![Bu aralar kendimi olmadığım şeyler olarak görmek normal gelmeye başladı, acı mı mutluluk mu bilemiyorum.]
  • 04.55, 02.10.2007
İşte bu kadar, son olarak söylemek istediğim ise şimdi geliyor... ''Hayvan Çiftliğini Okuyun. Biraz Politikayla ilişkilendirin... Domuzların yerine koyun birilerini ve tabii ki kendinizi, sonrada Benjamin'in, Boxer'ın yerine koyun kendinizi... O zaman daha da seveceğim sizi!!! ''

Bu kitap oldukça faydalı bir kitap, bundan sonra 1984, daha sonra da Cesur Yeni Dünya'yı okuyun... Hayvan Çiftliğini okurken Pink Floyd'dan Animal, Cesur Yeni Dünya'yı okurken Iron Maiden'den Brave New World'ü dinleyin... Ne de olsa bu albümlerde bahsedilen kitapların izi var...

Tunç

Kitap; İstanbul Sende Kalsın

Bu yazı aslında bir önceki gerekir isimli başlıkta sondaydı... Ancak daha sonra karar verdiğim kadarıyla bu kitabın ayrıca bahsedilmesi gerekiyor... O yüzden burada ayrıca yazmaya karar verdim... Ne de olsa bir okuyucumun farkına varıp belirttiği gibi ''gerek''siz olmuştu :D. Bir önceki yazıda sonlandığı gibi burada başlamak en doğrusu olur sanırım... Eski halini daha çok beğenenlerin bu kısımdan sonrasını Gerekir başlıklı gönderiye ekleyerek okuması recaaa olunur... Saygılarımla;

...Kitap İlhan Eksen tarafından yazılmıştı, adı İstanbul Sende Kalsın olarak seçilmişti...

Kitabın konusu İstanbul'un ''Kozmopolit'' yapısının bozulmadığı zamanlardan... [eskiden çok duyardık, herkesin ağzı, kulağ alışkındı... artık o kadar duyulmuyor; demek ki insanların ''alışkanlıklarından da beter'' derecede bozulmuş bu durum...] Kıbrıs Harekatının olduğu dönemlerde birisi Rum, diğeri Türk iki gencin birbiriyle ilişkisi üzerinden biraz Kıbrıs Harekatı'nı, biraz bugünlerde türban için sıkça dile getirilen Mahalle Baskısı denen olayı, birazda hiç alakadar olmak istemediği konularda insanın kendi ile nasıl çelişebileceği konusunda sunumlar yapıyor...

Kitaptan alıntılayıp koyabileceğim çok şey var ama nette vs arayınca göreceğiniz ilk şey Konstantinos Kavafis ile ilgili olan kısım olduğundan onu koymuyorum. Birde o kadar hızlı okudum ki arada durup kalemi elime alacak kadar ara bile vermedim diyebilirim... Sanki abimin kitabıymış gibi hiçbirşey çizmeden okudum... Buraya yazmayıp Kavafis ile ilgili kısımdan bahsetmemin sebebi ise bence var olan ilginçlik... Dediğim gibi acaba yurt dışında yaşayabilir miyim dediğim bir zamanda bunu gördüğümden hep aklımda vatan hasreti üzerine birşey vardı ancak daha sonra başka türlü bir içerik içinden buna en falza ufacık bir gönderme yaptığını farkettim. İşin iç yüzünü görünce neredeyse ağlayacaktım, kendimden korktum! :) Diğer vurgulayacağım kısımlar ise şöyle;
  • ''Baktılar ada[Kıbrıs!] kızıllara gidiyor, Albaylar[Makarios vs] anlaştı Amerikayla, sizin askerler müdahele etti Paylaştılar...''
  • ''Uğruna değil ölümü, dayak yemeyi bile göze alacağım bir düşünceye ideolojiye sahip olmadım.'' Korkaklık itirafı gibi gözükebilir, ama hiçbir düşüncenin fanatiği olmadığını itiraf etmenin iyi bir yolu... Tabi nasıl bir konuda kullanıldığını görmek için okumak şart.
  • ''Hayal ettiklerini yaşayamayanlar ve bu yaşadıklarını hayal bile edemeyenlerin yolları bu handa kesişmişti.'' 3 gencin o dönemde Bursla Rusya'ya okumak istemeye gitmek istemesiyle oluşan diğer bir olay dizisiyle ilgili bir yorum... Söz tek başına çok anlamlı...
Birde bunlara ek olarak kitapta görüp Ekşisözlük aracılığıyla geçici olarak giderdiğim ''Peki kimmiş bu Kavafis?'' sorusunun cevabı için bir kitap öğrendim... Adam yayınlarından 1982 yılında çıkan Cevat Çapan çeviri ve derlemesi olan Kavafis'ten 40 Şiir kitabı... Kitabı okursanız sizinde bu şair'i içten içe merak edeceğinize inanıyorum...

*Eğer eski halinde okumak istiyorsanız; Gerekir Başlıklı gönderiye dönebilirsiniz...

Tunç

Pazartesi, Ekim 01, 2007

Gerekir!

Kaç gün geçti hatırlamıyorum[3-4 gün olmamış, daha uzun süre yazmadığımda olmuştu...] ama bloguma bu haftada birşeyler yazmam gerek diye düşünüyorum... Zaten Eylül ayının son günlerini ve Ekim ayından beklentilerimi dile getirmek te çok beklenmedik birşey olmasa gerek... Kitap okudum, gezdim, ders çalıştım, temizlik yaptım vs, vs... Gelelim ayrıntılara...

Eylül ayı benim için yine dolu geçti; daha önce benzerini yaşamadığım olaylar olmadı ama iyi kötü birçok olayı gördüm gördünüz, gördük... Klibiydi, Malezyasıydı oldukça garip olaylar gündemi meşgul etti... Ülkede var olan garip durum bana tekrardan Hayvan Ciftliği ve 1984 isimli George Orwell ve Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sını okumam gerektiğini düşündürdü... Sanırım kafamda ve rafımda olan İstanbul Adaları isimli Gustave Schulumberger kitabı biraz daha bekleyecek... Bence adanın tam'da mevsimi geldi oysa...

Son zamanlarda yaptığım bir diğer iş ise bolca gezmek oldu; bu sefer bu gezilerin içine C.tesi günü Engin ile birlikte bir B.ada gezisi ekledik... Fotograflarından seçmeleri Flickr'a yüklediğim bu etkinlikte Engin kardeşimle beraber gezdik, Mavimarmara moturu biletçisiyle tartıştık, piknik vs yapanların, çevremizde dolananların dedikodusunu yaptık vs vs... Tabii birsürü de güzel kız gördük... Özellikle kimi hanımların da bisiklete binebildiğini, hatta erkek gibi değil kendi gibi binebildiğini görünce oldukça umut aşılandık... Memleketteki etek giymeyi unutan, hatta hiç bilmeyen hatunlardan başkaları da olduğunu görebilmek, hemde bisiklete böyle bindiklerini görmek güzel geldi... Bu arada bir not; Hanım kızımız oldukça edepli ve ferah şekilde binebiliyordu bisiklete, sakın kimse hakkımda olmadığım gibi düşünmesin! bunu da sizin anlayışınıza ne kadar güvensemde belirtmek gerekir... Ancak bu görüntüyü ada dışında görmek pek mümkün değil sanırım...

Bu son günlerde bir de garip şekilde ders çalışmaya çalıştım... Çoğunda gece 3'e, 5'e kadar uyuyamadığımdan, yatakta sürekli dönüp durduğumdan baygın düşene kadar bari birşeyler okuyayım deyip ders notlarına vs baktım... İneklemek değil bu elbette, ama bunu ineklemeye götürebilmek için bazı düzenlemelerde yaptım... Cumartesi günü B.ada turu yaptıktan sonra Pazar gününe dinlenmem gerekiyordu... Sıcakta bisiklete bindikten sonra ne kadar az binip az efor sarfemiş olsam da canım yatmak, evden fazla çıkmamak istiyordu... Bende fotoları vs düzenledim blog'a yazabilecek şeyler düşündüm ve abim ile odamı değiştirdim... O da bir sonraki paragrafta anlatılıyor...

Çalışma masasının sığdığı[yani bulunduğu] odaya geçip daha fazla ders çalışmayı kafama koydum... Bu oda geçişi sırasında uzun süredir görmediğim ve gün yüzü görmeyen giysilerimi görmüş oldum... Sanırım çok düzensizmişim... Dolapta biryerlere karışmış taşlarım, kitaplarım, bazı garip cisimler vs hepsi bir şekilde ortaya çıktılar... Artık daha düzgün yerlerde tutuyorum kendilerini... Bence gereksiz bir paragraf oldu budemek geliyor içimden ama acaba nedenini anlayan çıkar mı?

Son olarak okuduğum bir kitaptan bahsetmek kaldı, bununla da bu yazıyı sonlandıracağım. Okuduğum kitap bana çok ilginç bir şekilde kendini gösterdi... Önce Cumhuriyet Gazetesinin kitap ekinde bir köşe'de gözüktü gözüme; ''adı'' ilgimi çekti. Daha sonra internette bakınırken, ablamın cesaretlendirmesi sonucunda ''acaba yurt dışında yaşayabilir miyim?'' sorusunu kendime sorduğum dönemde tekrar karşıma çıktı... Konstantinos Kavafis'i araştırıp, kimmiş bir öğreneyim dedirtti bana... [Hatta bir dönem belki bilen seven vardır diye MSN'de adım yerine yazıp ilgi bekledim ama listemdeki herkes bu konuda oldukça cahilmiş... Cahil dedikte küçük görme vs anlaşılmasın benim gibi :).] Daha sonra ise bir kitapçı'da Heyecansal Kontrol isimli kitabı ararken aklıma geldi ve soruverdim. Raflarda son kalan kitap olması ve aradığım kitabı bulamamamın gazıyla ''boş dönmeyeyim bari'' bahanesini de ekleyip alıverdim... Dürüst olmak gerekirse; ben bile ''aslında diğer kitaplar bahane, kendime bile itiraf edemediğim bir merak kavuruyordu içimi ve böyle bir rastlantılar dizisinin oluşmasına meydan verdim, yoksa bu kadar hatırlamak ne mümkün'' diyorum... Kitap İlhan Eksen tarafından yazılmıştı, adı İstanbul Sende Kalsın olarak seçilmişti...

***
Burada olan parça bir sonraki gönderide kitap özelinde oldugundan ayrılmıştır... İsteyen katar, okur... Orada anlatılanlarda bu hafta dahilinde olanlardan çünkü :)
***

Bu arada tam yazıyı bitirirken aklıma geldi, bu hafta Sinyal'de çok özlü bir söz duydum; ''Causality'' yani nedenselliği anlatırken doğru veya yanlış bir tanımlama yaparak ''Bugün söyleyeceklerim yarın öğreneceklerime bağlıysa; birşey söyleyemem'' dedi. Ben çok beğendim bu sözü... Artık Argun Hoca'nın sözüne daha fazla değer vereceğim... Bunu da buraya not etmem gerekiyor bence...

Tunç

Yayın Başlığı: Herkese Duyurun :P

Başlık yazıyla çok alakalı değil, Blogger'ın Başlık açıklama yazısıyla biraz laf ebeliği... Gelelim konuya; Bir video ve düşündürdükler...